Sıkı para politikasının etkileri hissedilmeye başlanıyor…

Krediler daralıyor, özel sektör borçları özellikle döviz cinsinden olanlar azalıyor.

Kredi kartı alışveriş (taksitli olanlar) hacmi de öyle. Bu arada enflasyonda beklenen  hareket başladığı gibi devam ediyor.Merkez Bankası revize ettiği enflasyon hedeflerinin baz etkisi nedeniyle artış eğilimi taşıyabileceğini belirtiyor.


            Bu aralar para otoritelerinin enflasyona ve sıkı para politikasına sarılmasının altında asli görevlerine rücu etme isteği yatıyor olabilir. Bu sorunlu dönemin en büyük faydası da ekonomi yönetimindeki her bir kamu otoritesinin kendi görevine odaklanması gerçeğini hatırlatmış olması. Maliye Bakanlığı zaten bütçeyi sıkı tutuyor. Şubat rakamlarını hepimiz gördük ve beklenenden daha iyi bir teknik performansı not ettik. BDDK da kredi kontrollerini planlandığı gibi yürütmeye gayret ediyor. Bunlar seçim öncesi öyle kolay kolay uygulanabilecek politikalar değildi doğrusu. 

Merkez Bankası’na gelince; Banka, rol büyütüldüğünde, çoklu hedeflere yönelildiğinde defalarca ispat edilmiş bir tecrübeyi yeniden ispata çalışıyor gibiydi. Gezi olaylarından bu yana ısrarla faiz artırımı konusunda ideolojik bir tutum takındığı algısı yarattı. Teknik olarak hükümetin değil kendi tercihlerini yansıttığı fikrini kavramlaştırmayı başarmış olmasına karşın 17 Aralık sonrası hikaye başa döndü.

Bu yorumları bir kenara bırakıp daha objektif olmaya çalışırsak; 

1- En üste yazılması gereken gerçek; Amerikan Merkez Bankası’nın (FED) kararları dünya ekonomisini daha az paraya nasıl alışılacağı konusunda eğitmeye devam ettiği olmalı.

2- Türkiye, dövize ihtiyaç duyan ekonomiler arasında üst sıralarda. Çünkü döviz ihtiyacı sürekli ve yüksek.

3- Ekonomi yönetiminin büyüme hedefleri gerçekçi fakat işsizlik ve enflasyon konusundaki maliyetleri yeterince önemsiyor gibi görünmüyor.

4-Tüketici güveni yetersiz.

5- Avrupa ekonomisinin toparlanması konusundaki sinyaller karışık. ABD çekişli bir büyümenin etkisi Avrupa’da ancak sonbaharda hissedilebilir.

Tüm bu koşullar değerlendirildiğinde; Gelişen ekonomiler ve özelde Türkiye ekonomisinin görünümünü parasal sıkılaştırma ile reel büyümenin birbirlerini aksi yöne çeken etkilerinden hangisinin galip geleceğine bağlı olarak izleyeceğiz. Tahminler dünya ekonomisinin büyüme yönlü etkiyi hissettireceğini gösteriyor. 

İç piyasada güçlü bir talep çekişi görülmediğinde göre tansiyonu yüksek bir dönemin Türkiye ekonomisine yön vereceği anlaşılıyor. Bizim gibi gelişen ekonomilerde yüksek tansiyonun anlamı enflasyon ve faizlerin yükselmesi.

Sanırım gelişmelere daha serinkanlı yaklaşan bir ekonomi yönetimi de bu koşullara eşlik edecek. Tek tek ekonomi yönetimine yön veren aktörler bir yana ekonominin koordinasyonunda gerçekçi bir hava hakim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir