Türkiye ekonomisinin seçimden önceki görünümü, özellikle sanayi üretiminde üretim ve kapasite kaybı, fiyat seviyesinde beklenenin altında bir artış, dış açıkta azalma, işsizlikte ise artış eğiliminin devam etmesi olarak özetlenebilir. Bu başlıkların ayrıntıları sorgulandığında ise enflasyon ve cari açıktaki olumlu seyrin aslında talep eksikliğinin doğal sonuçları olduğu görülebiliyor. Dünya genelindeki ekonomik daralmanın hammadde fiyatlarının ekonomi üzerindeki yükünü hafiflettiği de diğer önemli bir dönem profili. Son haftalarda döviz fiyatları üzerindeki yukarı yönlü hareketin, kamuoyunun dikkatini çeken önemli bir gelişme olduğunu da belirtelim.
Uluslararası ekonomik anlaşmaların seçim sonrasına ertelenmesi ile yabancı yatırımcılarda görülen güven kaybı, döviz piyasalarındaki oyuncuları, gerçek durumun ötesinde fiyatlamalara götürdü. Merkez Bankası’nın müdahalesi ile dövizdeki dalgalanmalar bir parça sınırlandırılmış oldu.
Seçimden sonra…
Ekonomik paket çerçevesinde açıklanacak tedbirlerin seçimin hemen öncesinde alınacağı ve piyasalarda kısa süreli bir olumlu rüzgar estireceği anlaşılıyor. Basına yansıdığı kadarıyla, sıkıntının doruğa ulaştığı otomotiv sektöründe bir vergi indirimi bekleniyor. Gecikmiş de olsa, otomotiv sektöründeki desteklerin talep değil arz yönlü olmasını tercih ederdim. Vergi indirim oranı çok ciddi boyutlarda olmazsa, otomobil satın alınması, kriz ortamında tüketicinin diğer ürünlere göre kolaylıkla karar verebileceği bir alan olarak görülmüyor. Yine de, olumlu katkı sağlayacağı belli olan desteğin, otomotive ilişkin kredi taleplerinin değerlendirmesi aşamasında da etkili olacağını umuyorum.
Asıl sorunlar göz ardı edilmemeli…
Yerel seçimlerin ardından hükümet artık ekonomik konulara odaklanmalı. Hatta, yerel yönetimlerin de mahalli ekonomik sorunların çözümüne katkı sağlayacak projelere imza atması beklenmeli. Özellikle KOBİ’ler ve istihdam olanakları konusunda belediyelerin kullanabileceği olanaklar mevcut. Bu olanaklar sadece parasal değil, araştırma, eğitim, yönlendirme hizmetleri olarak da anlaşılmalı.
Son kriz gösterdi ki; Türkiye ekonomisinin üç konuda dışa bağımlılık derecesi hayli yüksek:
1- Yabancı sermaye girişinin azaldığı yıllarda Türkiye ekonomisi büyümeden fedakarlık ediyor. İç tasarruf ve yatırımların düzeyi, Türkiye ekonomisinin arzulanan büyüme oranını gerçekleştirmesine imkan vermiyor.
2- Özellikle talep bakımından dışa bağımlı bir ekonomik model, tüm dünya ile birlikte bizde de etkinliğini sürdürüyor. Geleneksel ihraç pazarlarındaki küçülmeler, Türk sanayicisinin üretim hacmini ve kapasite kullanımını son derece olumsuz etkiliyor. Yeni dış pazarlar ya da iç tüketimin artışı için alt pazar inovasyonu girişimlerinin başarıya ulaşması zaman alabilir.
3- İhraç ürünlerimizin ithal girdi bağımlılığı hala yüksek.
Ekonomi otoritelerinin talebin canlanması konusundaki gayretlerini, global risklerin etki alanını hafifletecek biçimde yeniden dizayn etmeleri gerekiyor. 2010 yılının ortalarına dek, özellikle iç talebin canlandırılması konusundaki çalışmalara yoğunlaşmak, dış sermaye ve dış satım imkanlarının azalmasından kaynaklanan sorunları bir ölçüde hafifletebilir.