Woody Allen’ın Tolstoy‘a ait Savaş ve Barış romanı üzerinden yaptığı hızlı okuma şakası herkesin malumudur: ‘Hızlı okuma kurslarına katıldım. Ardından Savaş ve Barış’ı okudum. Olay Rusya’da geçiyor’.
Jeopolitik sorunların karmaşık hâle gelmesi popüler kültür mecralarını dahi yakın bir vadede ‘3.Dünya Savaşı‘nın başlayacağına ikna etmiş görünüyor.
Kanıksandıkça bayağılaşan ‘analizler’in ortak yanı tarihsel tecrübelerden yeterince yararlanmamaları olabilir. Yoksa, evet, ufukta bir savaş görünüyor olabilir. Daha doğrusu ‘bu denli biriken çelişki, çözümsüz kaldığı düşünülen gerilim ancak bir savaş yoluyla giderilebilir’ diye düşünmek yanlış olmayacaktır.
Fakat atlanmaması gereken bir konu daha var: Olası bir 3. Dünya Savaşı‘ndan sonra bir daha büyük bir savaşın yaşanamayabileceğini, uygarlığın biriktirdiği risk, çelişki ve silah stoğunun yeniden denge kurmaya değil kendini yok etmeye yetecek kadar aşırılık taşıdığını da hesaba katmak gerekir.
Tarih, savaşa son veren savaşlardan çok barışa son veren barışlarla doludur.
Merkantilizm hatıratı
Ticaret savaşları ile başlayan gerginliğin savunma doktrinlerinde değişikliğe yol açması muhtemeldi. Belki de savunma politikalarındaki değişiklik ticaret savaşları ile birlikte kurgulanmıştı. ‘Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan çıktı?’ demek yerine merkantilist iktisat geleneğinin geçmişte yol açtığı sorunlara göz gezdirmekte yarar görülebilir.
Merkantilizm‘in bugünkü soruna özgülenerek yorumlanması halinde, ‘dış ticaret fazlası’ sağlamaya yönelik iktisat politikalarının başat ülke ekonomilerine yön vermesinin, ticaret yolunun Atlantik üzerinde yoğunlaşması ile başladığı hatırlanacaktır.
Zenginlik, Akdeniz değil de Atlantik üzerinden taşınınca değerli madenlerin (alım gücünün) ülkeye getirilmesi ve ülkeden çıkmasının (ithalat) önlenmesi ya da azaltılması iktisat politikalarının eksenini oluşturuyordu.
Bugün dışa kapanma eğilimi, ekonomik fazla üretiminin Atlantik‘ten Asya-Pasifik coğrafyasına taşınması ile başladı. Bu kez önemli bir farkla, iktisadi artığı biriktirenler değil tüketenler tarafından uygulanmak istenen merkantilist ideal, mevcut birikimini nemalandırdığı gelişmekte olan ülke piyasalarına ihtiyaç duyuyor. Bu defa işin içinde sermaye piyasaları gerçeği var. Mali piyasalardaki birikimin tutarının ise reel ekonomik birikimin (mal ve hizmet piyasalarındaki üretimin parasal karşılığı) kat be kat üzerinde olduğu biliniyor.
Merkantilist dönemde İngiltere, İspanya ve Merkez Avrupa’da Alman coğrafyası üretim ve tüketim bakımından söz sahibi iken bugünün ABD‘si artık Dünya ekonomisinin lokomotifi değil. Reel karşılığı olmasa da bir senyoraj (paranın üretim maliyeti ile üzerinde yazılı değer arasındaki fark) hakkının bir kredibilitenin, mali piyasalardaki birikiminin tabiri caizse ekmeğini yiyen Batı demokrasileri bir bütün olarak Dünya ekonomisinin yarısını oluşturabiliyor.
Savaş halinde ilk kredibilite kaybına uğrayacak unsurun sermaye piyasaları olduğunu hatırlatmaya gerek yok sanırım. Mali piyasalardaki seviye kaybı tıpkı tarihte İspanyol Merkantilizmi’nin (Bulyonizm) akıbeti gibi yerel ekonomilerde şiddetli fiyat dalgalanmalarına yol açacaktır. İngiltere ve Almanya‘daki görünümde olduğu gibi bir gümrük yasakçılığı veya vergilendirmeci, fiskalist cereyan bugünler için hatırlanası örnekler olabilir.
Bir Dünya Savaşı’nın koşulları
Tarih boyunca çelişkilerin çözümü ekonomide krizler, siyasette savaşlar aracılığıyla hâl yoluna koyulmaya çalışıldı. Bu konuda en başarılı(!) savaş 2. Dünya Savaşı olmuştur. Çünkü savaş sonrasında bireyin psikolojisinden, sosyolojik referanslara kadar her şeyiyle iki farklı Dünya görüşü, birbirinden ayrı refah anlayışı ortaya çıkmıştır.
Bugün, 1989‘da resmileşen ve rakipsiz kalan liberal demokrasi anlayışının neredeyse 30 yıldır devam eden hegemonyası belli ki sona eriyor. Savaşta tarafların teşkili ise henüz tamamlanmış değil. Asya-Pasifik bloğu sayıca daha az ve konsolidasyonu daha kolay otoriter devletlerden oluşuyor. Batı bloğu ise NATO dışında fikri bir bütünlüğe sahip değil.
ABD militer-merkantilist-otoriter çizgiye kaydıkça rüzgarını Avrupa Birliği‘nde ancak göçmen karşıtlığı ve siyasi popülizmin diğer komplikasyonları olarak gösterebiliyor. AB ideali henüz enikonu Hristiyan Demokrat rotadan faşist-militarist çizgiye geçilmesine müsaade etmiyor. Dolayısıyla olası bir büyük savaşın tarafları oluşmadığı halde başlaması, ABD uygarlığı ile Asya-Pasifik güçleri arasında, onların içinden de Rusya ve İran ile gerçekleşecek demektir. Böyle bir savaş sonucunda ise ABD emperyalizminin sona ereceğini söylemek hiç de zor değil.
İşin tuhafı ABD‘nin en akıllı delisi görünen Trump ile Pentagon arasındaki bilek güreşi sona ermeden böyle bir olasılığın gerçekleşmesi mümkün değil.
Trump’ın mantığı
Trump, ABD emperyalizminin dayandığı hipotezi çok iyi kavramış görünüyor. Hammadde ve pazar kontrolüne dayalı siyasete ihtiyaç duyulmadığı bir çağda ABD askerinin Ortadoğu’da bulunmasına da gerek duymuyor.
ABD ekonomik fazlayı silah endüstrisi, bilgi-işlem teknolojisi, sermaye piyasaları gibi artık ilgili pazarda bilfiil fiziki varlık gerektirmeyen unsurlardan sağlıyor. İçeride işsizlik ve ekonomik büyüme sorunlarına karşı kitleleri memnun eden korumacı kararlar alıyor.
Ortadoğu’da silahlanmaya başlayan S. Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri üzerinden zaten harcadığı kaynağı yerine koyabilecek. Terör riski de azaldığına göre bölgede güç bulundurmak yerine vekalet savaşları aracılığıyla politikasını rahatlıkla yürütebiliyor.
Özgürlük ideali kayboluyor…
Rakipsiz kalmak Batı tarafından liberal değerlerin istismarına yol açtı. Kanaat önderlerinin bir Dünya Savaşı’nı öngörürken bu denli rahat olmasının
altında liberal demokratik değerlere duyulan güvensizlik yatıyor. Fukuyama‘nın ‘Tarihin Sonu’ tezi pozitif bir sonu tarif etmek için kullanılmıştı. Uygulamada ‘Tarihin Sonunun Başlangıcı’ daha uygun bir tarif olacak gibi görünüyor. Bundan sonra pluralist seçmen, dengeli demokratik siyaset uygulaması, demokrat unsurları da cephelerine dahil etmek isteyen tamahkar blokların baskısı altında yaşayacak gibi görünüyor.
Tolstoy‘la başladık, Savaş ve Barış‘tan bir alıntı ile bitirelim:
Zenginlik ve yoksulluk, ün ve ünsüzlük, güçlülük ve güçsüzlük, bağımsızlık ve bağımlılık, sağlık ve hastalık, bilgelik ve bilgisizlik, iş ve işsizlik, tokluk ve açlık, günah ve sevap, özgürlüğün azlık-çokluk derecelerinden başka bir şey değildir.