Referandum Sonrası Ekonomi: ‘Kadim Doğu-Batı Tartışmasının İzinde’ yazımızda FETÖ’nün darbe girişimini müteakip Batı ile ilişkilerin konjonktürel gerilimler değil bir ‘kabul veya red‘ sorunsalına dönüşeceğinin tahmin edildiğini belirtmiştik. Zira referandumdan önce de ‘Halep Sonrası Yeni Savaş Düzeni’ yazısı Batı Bloğu’nun usul usul rasyonalite çizgisinden çıktığı, uzaktan kumanda politikalarla denge sağlama modelinin artık beklenen başarıları elde etmeye yetmediği vurgulanıyordu.
Türkiye, geçtiğimiz bir buçuk yılda Fırat Kalkanı, ASTANA Süreci, Rusya‘dan silah temini, Çin‘le başlayan ulusal paralar arası takas anlaşması fikri ve bu fikrin geri planında yer alan Dolar’ın egemenliğine bir alternatif ihtiyacının ayyuka çıktığı önerisi, derecelendirme kuruluşlarının objektif olamayan kararlarına karşı dile getirilen resmi görüşleri ile artık fiili durumun getirdiği ‘Dünya’da hakim siyasi ve finansal anlayışın sorgulanması gerektiği‘ gerçeğinin sözcülüğünü bir sonraki aşamaya, ‘kurumsal kapasite ile destekleme’ sürecine taşımaya başladı.
15 Temmuz sonrası güçlenen, darbe girişiminde Batı’nın parmağı olduğu şüphesi FETÖ sanıklarının iadesindeki sorunlarla güçlendi. Şüphe olmaktan çıktı. Referandum öncesinde Hollanda seçimleri nedeniyle başlayan gerginlik, Almanya, Avusturya ve Fransa‘daki seçim sürecinde Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olmak, AB üyesi ülkelerde bir moda haline getirdi.
Türkiye hakkındaki algı bu kademelerden geçerken Türkiye negatif algıyı iç politikada mertebelendirip, Suriye ve Irak‘ta çıkarları için hareket etme yönündeki bir kaldıraç olarak kullanmaya başlamıştı bile. Batı tarafından çözümsüz bırakılan Kuzey Irak sorunu, Suriye sorunu ve göçmenlere ilişkin duyarsızlığın aşılması gereği ayan-beyan ortada iken Türkiye’nin inisiyatif almasına kimse ses çıkaramadı. Hatta ABD ile vize sorunu ve NATO‘nun kısık sesli S-400 uyarısı bile Türkiye’yi bırakın geri adım atmaya daha da ileri giderek ‘ bakın davamızda haklıymışız değil mi?‘ fikrine alıştırdı.
Ekonomik Çerçeve
Artık iyiden iyiye belli olan eksen değişikliğinin ekonomik çevre bakımından etkileri, görünümleri neler olacaktır? Asya, Rusya, Çin, İran ve Türki Cumhuriyetler, Yunanistan, Sırbistan, Bosna gibi devletlerin ortak özellikleri nelerdir ? Yakın bir politik-ekonomik alanda yer alacağımız bu toplumlarla nasıl bir zeminde buluşacağız? sorularına cevap ararken, kültürel kodlardan girip BTK (Bişkek, Tiflis, Kars treni)’dan çıkıyoruz. TANAP (Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi), Yumurtalık Boru Hattı, sohbete ‘Altın Hızma Mülayim’le devam ediyor, derken klibinde ayıya sarılarak Rusya‘yla ilgili subliminal mesaj mı veriyor? diye Aleyna Tilki‘nin Rus ajanlığından şüpheleniyoruz.
Bu geçiş dönemi kod yazılımlarından bağımsız olarak acil düşünülmesi gereken diğer bir konu ‘finansal spekülasyonlara karşı korunma’ olmalı. Çünkü en hızlı başlayacak uluslararası etki döviz üzerinden yapılacak spekülatif ataklar olacaktır. Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek‘in beyanına göre Hazine’nin ihtiyaçtan fazla borçlanmasının altında döviz kurunun yol açabileceği hasarları önlemek üzere oluşturulan bir ‘acil nakit havuzu’ var. Daha bugün yayınlanan Dugin’in uyarısı aks değişikliğinin olası sonuçlarını daha ayrıntılı planlama konusunda Türkiye’ye yapılmış bir çağrı.
Konvertibl bir TL, serbest kur ve enflasyon hedeflemesine dayalı bir fiyat istikrarı şu anda Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi politikası. Dışa açık bir mal ve hizmet piyasası, cari açığı ağırlıkla portföy yatırımları ile finanse edilen bir ekonomiyi yapısal hale getirdi. Türkiye ekonomisi açık vererek büyüyen, yabancı tasarruf-yatırım çekerek büyüyen bir ekonomi. Bu yabancı sermaye akışı ise Batı’dan geliyor. İhracatın büyük bölümü ve ithalatın önemli bir kısmı da aynı şekilde Batı ekonomileri ile alış-verişten kaynaklanıyor. Türkiye siyasi nedenlerle eksen değiştirirken kendine yeterli sermaye, enerji, gıda ve savunma kaynaklarını rezerve etmek durumunda.
WASP (White Anglo-Sakson Protestan)’ dan WOS (White – Orthodox – Slaw)’a, AB’den Asya’ya ve Balkanlar’a
Türkiye’nin sosyo-ekonomik değerler arşivinde Asyatik bir yönetsel model bulunuyor. Sözkonusu kültür kodunun Türki Cumhuriyetler‘de ve Rusya‘daki görünümü ağırlıkla Başkanlık Rejimi’nin otoriteryen, süre sınırı belirsiz bir modeli. İran da aynı çizgide. Slav olmayan Yunanistan‘ın bugününde AB‘ye öykünen çok partili demokrasi yakın tarihi boyunca darbeler ve darbe girişimleri, Neo-Ortodoks milliyetçilik faaliyetleri ile kesintiye uğramış, celalli bir kitle kültürüne sahip. Sırbistan gibi bir modelin de demokrasi tecrübesi sınırlı. Böyle bir hinterlandda dini, sosyolojik yapı, dinden çok mezhepsel gelenekleri öne çıkararak, genelden kendini ayıran, milli özerklik algısını dinin içindeki ayrıcalıklı alanlar üzerinden yaşamayı benimseyen muhafazakar olarak nitelendirilebilecek özellikler taşıyor. Silahlanma, milli otoriteryenizm, kendine yeten ekonomi anlayışı, İran-Şii, Rus-Slav-Ortodoks, Yunan-Neo-Ortodoks damarda iktidarda olsa da olmasa da her daim mevcut.
Türkiye kendi gibi…
Batı’nın askeri-finansal hegamonyası etkinliğini kaybettikçe, Dünya ekonomisi içerisinde Asya ekonomilerinin yükseliş ivmesi hızlanıyor. Ya da tam tersi. Ekonomik katmadeğer siyasi ağırlığı değiştiriyor. Türkiye’nin kendi olanaklarını sentezleyecek modellerle olası ilişkilerinin toplam bir eksen değişikliği yerine çıkarların azamileştirildiği bir Türkiye modeli olarak zuhur ettiği anlaşılıyor. Bütünsel eksen kaymalarının, çıkarları makzimize etmek yerine sınırlandıracağı, rasyonelliğe dayalı simülasyonlarla anlaşılabiliyor. Türkiye’nin devlet ve siyaset tecrübesi hatırlanırsa, sert dönüş ihtiyaçlarından ulusal menfaat devşirirken birikimini ve zamanını hazmederek kullanacağı anlaşılacaktır.