Başta ekonomi eğitimi olmak üzere birçok alan sanayi sektörünün gelişimini önceliklendirir. Bilhassa gelişmekte olan ülkelerde “sınaî kalkınma hamlesi” iktisatçılardan siyasetçilere kadar herkesin diline pelesenk olmuş ezberlerlerden biridir. “Kalkınma iktisadı” gibi alanlarda çalışanlar için, tarım ve hizmet sektörleri hak ettiği ilgiyi göremeyebilirler. Bugünün dünyasında ve bugünün Türkiye’sinde sektörlerin ağırlıklarını arada bir gözden geçirmek gerekir.
Türkiye ekonomisi de hem literatür hem de gelişim çizgisi bakımından aynı yollardan geçti. Geçtiği için de en güncel haliyle ekonomik faaliyetleri “reel sektör”, “mali sektör” olarak ayırdı. Bu bölümlendirme mali sektörü nerdeyse ikinci sınıf olarak gördüğü için yeterli değil. En iyisi bugünün dünyasında tarım ve hizmet sektörlerinin artan önemine göre, yine klasik sınıflandırmaya geri dönmek: Tarım, sanayi ve hizmetler üçlemesini kullanmak.
Gelişmekte olan ülkelerin nüfusları hızla artıyor. Zaten Çin ve Hindistan yanına Rusya’yı eklerseniz dünyanın yarısı! Gelirleri ve nüfusları arttıkça tüketim kalıpları da değişiyor. On yılda bir kendisini ikiye katlayan Asya’nın tarım ürünleri ve enerjiye olan talebi her halükarda artıyor, artacak. Hizmet sektöründe de sınaî erişkinlik sonrasında kendi içinde işlek bir altyapı oluşuyor.
Öncelik Hizmet Sektörü
Türkiye ekonomisi hala yoğun bir şekilde sanayiyi referans olarak kullansa da, istihdamın ve üretimin %50’sini hizmet sektöründe barındırıyor. Buna karşın hizmet sektörünün özellikle imalat sanayine göre gereken ilgiyi görmemesi iktisaden yanlış bir ezber. Nedeni, toplumun, iktisatçının ve siyasetçinin hala eski referanslarla hareket ediyor olması.
Gelişmiş ekonomiler, ekonomik gelişmeyi sosyal açıdan destekledikçe, sanayi üretimini yurt dışına kaydırdılar. Gelişmekte olanların yüz yüze geldiği ucuz işçilik, çevre kirliliği, çarpık kentleşme gibi maliyetleri de üstlerinden atmış oldular. Kendi ülkelerinde, firmalarının komuta merkezlerini muhafaza ederek, sınaî ürünlerin kendisinden çok daha değerli olan marka değerini ellerinde tuttular.
Tasarım, yeni ürün ve inovasyon gibi, işçilik payı düşük, karlılığı yüksek hizmet ürünlerini marka değerine ekleyerek elde ettikleri sermayeyi de, büyümekte olan ekonomilerin ihtiyaç duyduğu tasarruf açığını yüksek faizle finanse ederek değerlendirdiler.
Bu arada gelişmekte olan ekonomiler büyümek için daha çok fona ihtiyaç duydukça, kamu sektörünü küçültme gayretiyle tarımsal destekleri, sanayi dışındaki sektörlere verilen teşvikleri azalttılar. Verimlilik artışı, kar artışının gerisinde kalmaya başladıkça, gelişmekte olan ülkelerin finansal sistemleri bozulmaya, sürekli devalüasyonlarla dış piyasada üstünlük elde etmeye soyundular.
Hizmet sektörünün çok önemli unsurları olan mali kuruluşlar, imalat sanayini fonlama konusunda çekimser davranmaya başladı. İmalat sanayi, gelişmekte olan ülkelerin “yığın üretim” modeline dayalı büyümesini sürdüremedi. Bugün gelinen noktada, merkez ekonomilerdeki pek çok şirketin bilânço ve gelir tablolarında “üretimin payı” giderek düşüyor.
Türkiye’de tarımın ve hizmet sektörünün ülkenin kendine özgü nüfus, üretim ve istihdam yapısında geliştirilmeye açık olduğunu düşünmek yukarıdaki pek çok nedenle doğru olmalı. Tarımda üretim ve fiyat artışlarının beklenmesi gerekiyor. Aynı şekilde kriz döneminde tarım üretiminin istihdama katkısını da not etmek gerekiyor. İşsizlerin bir kısmının özellikle kadınların tarımda istihdam ediliyor olmaları, kentsel işsizlik konusunda rahatlatıcı etkiler oluşturuyor.
Kriz dönemlerinde ailenin çalışmayan bireylerinin çalışma ihtiyacı hissetmesi sonucunda oluşan “katılım oranı” artışı özellikle kadınları ve gençleri etkiliyor. Bu nedenle kadınların sektörler itibariyle istihdamı kolay sektörler olarak yine tarım ve hizmet sektörleri öne çıkıyor. Aynı şekilde, kadın istihdamında kendi işletmelerinde çalışan, 1–9 kişi çalıştıran işletmelere katkı oranı da yüksek. Kayıtlara dâhil olmayan ücretsiz çalışma konusunda da hizmet ve tarım sektörlerinin uygun olduğu anlaşılıyor.
İşsizlikle İlgili Olarak Ücret Hadleri
Ticaret ve hizmet göstergeleri incelendiğinde, ücret seviyesine ilişkin endeksin, ciroların artış hızının üstünde seyrettiği anlaşılıyor. İlginçtir ki; çalışılan saat ve istihdam azalsa da, ücret-maaş endeksi artabiliyor. Demek ki, hizmet sektöründe ancak zorunlu işgücü kadar çalışan barındırılabiliyor. Çalışılan saat azalmasına karşın ücret artışları sağlanabiliyor.
Sanayi kesiminde ise, ekonomik konjonktüre daha duyarlı bir ücret yapısı var. Çalışılan saatteki daralmalara karşın, ücret seviyesi sektörün yapısı gereği üretim hacmine daha doğrudan bağlantılı.
Türkiye’de risklere en açık sektörün sanayi sektörü olduğu biliniyor. Hem talep koşulları hem de kredi olanakları bakımından riskli alanların sayısı hizmet sektörüne göre daha fazla. İhracatçı kuruluşlar bakımından da kur riskinin ek bir maliyeti var.
İstihdam birincil bir sorun olarak algılandığı takdirde, tarım ve hizmet sektörünün izlenmesi büyük önem taşıyor. Politika yapıcıların, özellikle tarım ve hizmet sektörlerine ilişkin görüşlerini yeni ekonomik atmosfere göre ayarlamaları zaruri.
Hiçbir şey yapılmadı değil…
Geçtiğimiz yıl KOSGEB desteklerinin hizmet sektörüne yönelik olarak revize edilmesi doğru bir adımdı. Yeni işgücü üzerindeki yükümlülüklerin azaltılması da ilgi gördü. Kamunun geçici istihdam yoluyla bazı bayındırlık projelerinde eleman çalıştırma projesi de, Manisa’da çok iyi uygulanmasa da, Türkiye genelinde yarar sağladı. Sanayinin kur ve talep koşulları nedeniyle yaşadığı sıkıntıları dengelemek üzere, tarım ve hizmet sektörlerine ekonomi politikası bakımından gösterilen ilginin artması için zaman kaybedilmesi doğru değil. En azından rakamlar öyle gösteriyor.
Uğur Hocam merhaba.
Evet yıllardır, eğitimde, siyasette, basında hasılı her yerde Ülkemizin bir Sanayi Ülkesi olması ve gelişmişliğini Sanayileşmiş olmakla ispat edeceği öğretilir – söylenir ve yazılırdı. Ancak, bu sanayileşme hamlesi tek taraflı düşünüldüğü için bu günkü aksaklıklar ve çarpıklıklar ortaya sonradan çıkmıştır. Planlama yapılırken, yazınızda da değindiğiniz gibi diğer sektörler “Tarım – Hizmet” düşünülmemiş ve sadece sanayileşmiş olmakla ülkeniz geleceğinin kotarılacağı düşünülmüştür. Oysa, planlama kombine yapılmış ve sanayileşme ile birlikte diğer sektörlere de, özellikle hizmet sektörüne gereken önem verilmiş olsaydı, her hamle daha kolay ve daha başarılı olacaktı. Hizmet ve Tarım sektörleri zayıf ama tamamen sanayileşmeye dayalı üretim yapan ülkelerde, krizler daha derin hissedilir. Bu krizde de ülkemizde yaşanan işsizlik büyümesini inceleyecek olursak, en büyük payın sanayi kesiminden işçi çıkarılmaları olduğu kanaatindeyim. Oysa Hizmet sektöründe bu payın daha düşük ve tarım sektöründe ise hiç olmadığı kanısındayım. Tam tersi tarım bu işsizlerin bir kısmını çatısı altına almıştır düşüncesindeyim.
Ülkemizde hizmet sektörü gereken ilgiyi görmediği gibi, tarım sektörü de adeta yok edilmeye çalışılmıştır. Tarım ve Hizmet sektörlerine kesinlikle gereken önem ve ilgi gösterilmeli, destekler sağlanmalıdır. Gelecek nesiller özellikle tarım ve hizmet sektörlerinin dinamiğinde yaşayacaktır. Günümüzde ağır sanayi kolları yavaş yavaş ortadan kalkmaktadır. Öncelik hizmet sektörlerine ve özellikle de iletişim – bilişim – mali dallara yönelmektedir. Ülkemizin bu yönde büyük potansiyeli olduğu ancak bu potansiyeli değerlendirecek ve destekleyecek politikalara ihtiyaç olduğu da bir gerçektir.