Merkez Bankası’nın konumu tartışılıyor…

Son bir yıldır Merkez Bankası’nın faiz haddini belirleme konusundaki tavrı eleştiriliyor. Hükümet cephesi faizlerin yüksek olduğundan şikayetçi. Ekonomistler de faizlerin yeterince veya zamanında artırılmadığı konusunda ısrarcı. Sonuçta Merkez de ‘iki cami arasında beynamaz’; ‘ne İsa’ya ne Musa’ya’ yaranabiliyor. Çok boyutlu bir tartışma. Merkez Bankası’nın bağımsızlığından, faiz haddinin doğru tespit edilip-edilmediğine kadar bir çok alana yayılan konu, en son hükümet içerisinde de görüş ayrılığına sebep oldu.
Grup Toplantısının Ardından…

Salı günkü Ak Parti grup toplantısında Başbakan’ın Merkez Bankası’nın faiz haddi tespitinde yeterli indirim sağlamadığına ilişkin görüşünü kürsüden sert bir dille ifade etmesi tartışmaya yeni bir boyut kazandırdı. Ekonomiden Sorumlu Koordinatör Bakan Ali Babacan bağımsız kurumların önemini hatırlattı. Maliye Bakanı da Merkez Bankası’nın en doğru değerlendirmeyi yapacağını beyan etti. Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi ise faiz konusunda Başbakan’la aynı görüşte olduğunu sık sık ifade ediyor zaten. Demek ki, Merkez Bankası’nın bağımsızlığı ve faiz oranı konusunda ekonomi yönetimi içinde de farklı görüşler var.
‘Kırmızı Bakiye’ye doğru…
2001 krizinden sonra ekonomik program içerisinde yer alan en önemli başlıklardan biriydi Merkez Bankası bağımsızlığı. Çünkü kriz öncesinde yıllar boyu hazine kağıtlarını almaya zorlanarak para basan bir Merkez Bankası vardı. Hükümetlerin ne zaman başı sıkışsa Merkez Bankası’na bono ve tahvil satar, karşılığında kamu harcamalarını fonlama imkanına kavuşulurdu. Merkez Bankası’na borçlanan Hazine, borçlarını geri ödemeyince, ödenmeyen bu miktara bürokraside ‘kırmızı bakiye’ adı verilirdi. Karşılıksız basılan paranın enflasyonu artırdığını da söylemeye gerek yok. Hazinenin her yıl genel bütçe ödeneklerinin %15’i tutarında avans çekme yetkisi de bu enflasyonist politikanın yasal kılıfı haline gelmişti.
2001 sonrası durum…
Krizden çıkış için hazırlanan istikrar programı içerisinde Merkez Bankası Yasası bu bakımdan önemli bir yer tuttu. Merkez Bankası’nın karşılıksız para basması mümkün olmaktan çıkarıldı. Enflasyon Hedeflemesi rejimi getirilerek Merkez’e yüklenen fiyat istikrarı (enflasyonla mücadele) görevi, kamuoyuna hesap verilen bir mekanizmaya kavuşturuldu. Merkez Bankası enflasyon hedefini aştığında Kamuoyuna Açık Mektupyayınlayıp politikasının neden ve sonuçlarını açıklıyor. Bu sayede kamu açıkları ile ilgili politika da programa uygun seyredince, uzun yıllar başarılı olan bir fiyat istikrarı profili çizildi.
Mali kuralı hatırlayan var mı?
2010 yılı yazında Ali Babacan’ın gündeme getirip kamuoyunda tartışmaya açtığı bir konuydu. Bir çok teorik ve pratik temeli olan mali kuralın esası büyüme ile bütçe dengesi arasında bir formül yardımıyla irtibat kurmak. Tıpkı enflasyon hedeflemesinde olduğu gibi piyasalara önceden belirli bir ekonomi politikasının yol haritasını sunup beklentileri iyileştirmek. Konu tam pişirilip yasalaşmaya hazırlanırken Bakan Ali Babacan mali kural uygulaması ile ilgili çalışmanın bir daha gündeme gelmemek üzere rafa kalktığını söylemişti.  Sanırım Merkez Bankası olayı da benzer bir en üst düzey müdahalenin izini taşıyacak.
Merkez Bankası Yasası değişebilir…

Önümüzdeki günlerde Merkez Bankası Başkanı’nın atanması ve Merkez Bankası’nın görevleri ile ilgili bir çok konuyu içeren bir dizi değişiklik gündeme gelebilir. Bu noktadan sonra Merkez Bankası’nın bağımsızlığına ilişkin vurgu yapılsa da inandırıcılığı sınırlı olacaktır. Kesinlikle bir değişiklik yapılacaksa fiyat istikrarı görevinin yanına ABD’deki gibi işsizlik oranını da hedefleyen bir yeni rejim tasarlanabilir. Böylece hem Başbakan’ın arzusu hem de bağımsız bir Merkez Bankası’nın varlığı en azından yasal zeminde mümkün hale gelir.