Covid-19 pandemisinde ekonominin durağanlaşmasına engel olmak için piyasaya sürülen alım gücünün 14 Trilyon Dolara ulaştığını okumuştum. Fazlası vardır, eksiği yoktur.
Salgın döneminde piyasaya alım gücü enjekte etmekten başka çare olmadığını düşünen çoğunluğu haklı buluyorum(https://www.iktisadivizyon.com/post-pandemik-iktisat-politikasi/). Pandemi sebebiyle faaliyetten menedilen işletmelerin, bu işletmelerde çalışanların, kapasite kaybı yaşayan pek çok ekonomik unsurun, en başta da tüketicinin satın alma gücünü kamu otoritesi aracılığıyla temin etmesi tek çözümdü, denilebilir.
Dünya’da üretim-tüketim döngüsünün aksamaması için atılan pek çok adım, sonuçta ‘karşılıksız para basılması’na dayandı. Emisyonun ‘misyon’u, gemiyi yüzdürmekti, başarıya da ulaştı ama gemi fırtınalı denizlerde suyun üzerinde kalmaya çalışırken, sadece kaptan ve mürettebat değil yolcuların da psikolojisi zorlandı. Kimi sağ salim karaya çıkınca asla doğru yoldan ayrılmayacağına yemin etti ve sözünü tuttu. Kimi de kendini pandemi öncesi ekonomik hovardalığını sürdürmekten alıkoyamadı. Kaptan ve mürettebat gemiyi onarmayı, bakıma almayı hep bir başka bahara erteleyip durdu.
Olan şu: 2008 krizinden bu yana sürekli artan likiditeyi ‘yükselen bir deniz’e benzetirsek, gemi her fırtınalı seferinde limana dönmekte, mürettebatı da karaya çıkmakta biraz daha zorlanmaya devam ediyor.
Mahşerin Atlıları
Literatürde ‘mahşerin dördüncü atlısı’ olarak adlandırılan salgın hastalıklara ‘beşinci atlı’ olarak ‘doğal afetler’ de eklenmiş sayılır. Beş atlı bir arabaya koşulamayacağına göre ‘altıncı atlı’ olarak, dördüncü atlının tayı diyebileceğimiz ‘aşırı tüketim salgını’nı da bu tabloya eklemek uygun düşer.
Türkiye özelinde henüz dördüncü ve beşinci atlılar arabaya koşulmuş gidiyorlar. Küresel ısınma ve çevre kirliliği, bu sorunda en çok payı olan başat ekonomiler kadar Türkiye gibi ülkeleri de derin biçimde etkiliyor.
Ne demek tüke(n)ici?
Aşırı tüketim olgusunun yan etkilerini içeren pek çok iktisadi ve toplumsal sonuçların yanında bazı psiko-sosyal alanların da gözden geçirilmesinde yarar var. Bunlardan biri de ‘tüketicinin ruh sağlığı’.
2008 krizinden bugüne bir türlü giderilemeyen likidite ihtiyacı tüketiciyi aşırı harcamanın sonunda giderek kısalan tatmin süreleriyle çıkmaza soktu. İnternet alışverişleri arz kanallarına erişimi hızlandırırken, Covid-19 evvelce lüks görülen sanal dünya üzerinden reel alışverişleri, bir ihtiyaç hâline getirdi (https://www.iktisadivizyon.com/covidle-sayisi-artan-yeni-bir-iktisadi-unite-turetici/).
Tüketicinin erişim ve deneyim özgürlüğü, giderek artan harcama kapasitesi ile üreticiye yön veren yeni bir iktisadi kimliği, yani ‘türetici’yi gündeme getirdi. Bu tecrübe de dönüştürmekten çok tükettikçe kendisi dönüşen, giderek varoluşsal bir probleme yol açan ‘tükenici’ profilini inşa etti.
Salgın sürecinde tüketici, kurumlarla ilişkisini sınırlandırmak zorunda kaldı. Doğadaki değişimleri, yaşam tarzındaki zorunlu kabul ettiği temasları sorguladı. Tüketimin, içinde birincil yer tuttuğu hayat tarzının, metropollerdeki hız ve yoğunluğun aynı zamanda çevre felaketlerinin sebeplerinden biri olduğuna ikna oldu. Kendisi tükettikçe daha çok üretimin zorunlu olduğu, üretim arttıkça tüketimin de artması gerektiği kısır-döngü ekonomisini yaratanın, bizzat kendisi olduğunu idrak etti.
Şöyle bağlayalım; neo-liberal kapitalizmin çelişkilerinin tamamını son 15 yılda doğrudan yaşayan bir yetişkinin verili yaşam kültürünü gözden geçirmeksizin varoluşunu sürdürmesi artık mümkün değildir. Aksi halde, mahşerin dört atlısına beşinci ve altıncısı eklenmekle kalmayacak; atlılar televizyon dizilerinden fırlayıp insanların evlerine girecek.