Kurban derileri kapışılmayınca şüphelenmeliydik. Herhalde eskiden her yıl tekrarlanan ve bir cumhuriyet klasiği haline gelen “kurban derilerinin yasal olarak hangi kurum tarafından toplanabileceği” tartışmaları da olmayınca “bu işin içinde bir bit yeniği var” demedik. Örneğin “250 TL’ye nasıl kurban kesiliyormuş?” diye soranlara “belki bir yıl önceden sözleşme yaparak, fiyat kontratı yapmışlardır” dememeliydik.
Geçenlerde uğradığım bir üst düzey kamu görevlisi kurban bağışı ile ilgili gözaltılardan sonra kendini iyiden iyiye enayi yerine konmuş olarak görüyordu ki; “Uğur Bey, nasıl cesaret edebilirler, anlayamıyorum!” derken, aynı görevden emekli bir kişi daha gelip “yıllardır bu kurumlara yapıyordum bağışlarımı” diyerek iç geçiriyordu.
Kasabın elinden kurtulan boğayla sahibi arasındaki koşturmaca, zabıtanın uyuşturucu iğneyle yaptığı operasyon sırasında kameraları görünce kendisini adeta bir safaride sayarak, gevrek gevrek gülümsemesi… TEM otoyolunun kenarında oluşan kan gölleri ve esas ilginci Avrupa Birliği’nden gelen gözlemcilerin merhametli(!) bakışları. Papa’nın kendisine sunulan kuzuyu “affetmesi”. Evet, anladınız sanıyorum. Oyunun içine, ideolojik rekabetten tutun da bayram akşamları yayınlanan acemi kasap görüntülerine kadar her şey dâhil. İdeolojik rekabetten kastım malum, kurban derisini örneğin Türk Hava Kurumu’na ya da Mehmetçik Vakfı’na değil de herhangi bir başka kuruluşa vermekle ya da vermemekle ayırt edildiği düşünülen “değer”lerden bahsediyorum.
Zaten kurban kesen vatandaşımızın kendisini dünyada ve hatta kendi ülkesinde bile turist gibi görmesine yol açan tüm koşullar varken, bir de bu bağış yolsuzluğu tuz biber ekti. Sanki kurban bayramı değil organize bir “davranış değişikliği” kampanyası.
Oyun benim bilgilendiğim biçimiyle, ilgili derneklerin değil et şirketlerinin denetlenmesi sırasında ortaya çıkmış.
Bu bir.
Yani eğer doğruysa, milyonlarca liralık bağış toplayan vakıf ve dernekler yerine onlara hizmet sunan et firmaları denetlenmeseydi, dolaylı olarak ortaya çıkarıldığı iddia edilen yolsuzluklar tespit edilemeyecekti.
Söz konusu dernek ve vakıflar sözüm ona yıllardır dernekler yasasının değişmesini talep edip, emniyetin dernekler üzerindeki kontrol yetkisinden şikâyet ederler, ha bire daha liberal bir denetleme mekanizmasını arzu ettiklerini seslendirirlerdi.
Buyurun, dernekler ve vakıflar yasası değişti, içlerinde yolsuzluk yaptığı iddia edilen dernek yöneticilerinin de bulunduğu geniş bir zümre, dernek ve vakıfların fazla liberalleştiğini, özellikle azınlık vakıflarının memleketi ele geçireceklerini, satın alacaklarını söylediler. Azınlık vakıflarını boş verin de kendinize bakın, dış düşmana gerek yokmuş değil mi efendiler! Kendilerine gelince serbestlikten, iç denetimden yana olup, ötekine sıra geldiğinde yıkıcılıktan, bölücülükten bahsedenlere de bu olay kapak olsun diye düşünüyorum.
Bu iki.
Yakın zamanlara kadar Türkiye’de yapılan bir takım araştırmalarda, hatırı sayılır bir zümrenin bağışçılık konusunda doğrudan bağış yapmayı tercih etmesi eleştirilirdi. İtiraf ediyorum benim de arasında bulunduğum birçok kişi, doğrudan bağışçılık geleneğinin yardımlaşma potansiyelini azalttığını düşünüyorduk. Doğrusu, kendi kültürümüzden şikâyet etme; kendi kültürümüzü küçümseme konusunda üstümüze olmadığı için, teknolojinin ilerlemesiyle oluşan yeni bağışçılık imkânlarının olumlu sonuç vereceğini düşünüyorduk. Özellikle kentlerde yaşayıp da yardımseverlik geleneğinden kopmak istemeyen insanlar için bu yeni imkânların, sadece kurban bağışı değil aynı zamanda firmaların veya derneklerin diğer kampanyaları için de modernize fırsatlar sağlayacağına hükmetmiştik. Bknz: TÜSEV Sivil Toplum ve Hayırseverlik Araştırmaları: Hayırseverliğe Farklı Yaklaşımlar
Nitekim kriz nedeniyle işler kesat gidince, firmalar reklâm harcamalarını azalttılar ama kurumsal sosyal sorumluluk çabalarını toplumla bütünleştirmeye çalıştılar. Büyük şehirlerimizde, plazada çalışan ve tasarruf yapabilen binlerce insanın, kapısını çalıp bağış isteyeni de bulunmadığı için, firmalarının kampanyaları aracılığıyla sosyal sorumluluk sahibi olma, kendilerini gerçekleştirmek için vakfetme ihtiyaçları dijital ortamda, etliye sütlüye karışmadan hallediliyordu.
Meğer ne kadar yanılmışız.
Fakat Unutmayalım ki; “hayır için baha değil bahane lazım” diyen atalar sözü hala geçerliliğini koruyor.
Değer Erozyonu
Son oyundan sonra bağışçılık geleneğinin yeniden aile, komşu, şirket, ideoloji, cemaat gibi yüz yüze olunan kurumlar ve insanlar üzerinde yoğunlaşmasını beklemeliyiz. Kurban bağışı ile yaşanan skandal, yargılaması devam eden bir olay olduğu için, çıkan sonuca göre farklı yorumlanmaya açıktır. Buna karşın, “şüyuu vukuundan beter” bir sosyal sorumsuzluk örneği olarak, devletin ve özel sektörün en üst düzeyde bu olayın takipçisi olması yeterli değildir. Bizzat ve sonuna kadar vatandaşın sorumluluk alması gereken bir durum bu. Ta ki; kişilerin tasarruflarını yansıttıkları kurumların yöneticileri hakkında “yaptıkları yanlarına kalmadı” diyecekleri noktaya varılana kadar.
Son olarak Türkiye’deki “sözde” sivil toplum kurumlarının yapısı ile ilgili bazı düşüncelerimi paylaşmak istiyorum sizinle. Türkiye’de sivil toplum kurumları, gönüllü mal ve kişi toplulukları olarak organize olmaktan çok, tıpkı devlet kurumları gibi, hiyerarşinin, atamanın, vesayetin ve bilumum demokrasi dışı faaliyetlerin görece naif bir alanda devam ettiği ucubeler olarak varlık göstermekten vazgeçmeyecekseler, hiç olmazsa toplumun hayırseverlik alışkanlığını bozmaya yeltenmesinler.
Çünkü bugün gündemin yoğunluğu sebebiyle, üzerinde yeterince durulmayan kurban bağışı yolsuzluğu iddiası, bir tutum değişikliği virüsünü bünyeye sokmuştur. Bu tutum değişikliği virüsünün etkisi yıllarca etkisini gösterebilecek, işlerini doğru ve dürüst şekilde organize eden dernek ve vakıflarda da ciddi gelir kaybına yol açabilecektir.
Türk toplumunun sahip olduğu değerlerin kimi sözde sivil toplum kuruluşları tarafından erozyona uğratılması, doğru insanları siyasetten uzak tuttuğu gibi dernek ve vakıflardan da uzaklaştıracaktır.
Bu konuda yanılmayı ve kötü örneklerin iyi örneklerin değerini artırmasını çok isterim. Ama kötü para iyi parayı kovmuyor muydu piyasadan?
Hocam ağzınıza sağlık, yine önemli bir noktaya değinmişsiniz. Öyle bir duruma geldik ki, her şeyden herkesten şüpheleniyoruz. Maalesef bazı şüphelerimizde doğru çıkıyor. Bir grup sözde insanlar rant sağlayacak diye titreyerek uzayan yardım elleri uzanmaz oluyor. İnsanların en son kaybetmesi gereken değerlerden biride bence güven duygusu. Bu tip olaylar Türk Halkı’nın birbirine güven duygusunu tümden zedeleyerek birbirine yabancılaşmasına ve en önemli özelliklerimizden birinide yitirmemize neden oluyor.”Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” hadisi bize unutturulmaya mı çalışılıyor?
Malesef hocam bizim ülkemizde yaşın yanında yanında kuruda yanıyor.Umarım bu sefer böyle olmaz.Bu sözde sivil toplum kuruluşlarının yöneticilerinin akşamları kafalarını yastığa koyduklarında nasıl rahat uyuyabildiklerini merak ediyorum.Acaba rahat uyuyabiliyorlar mı?
Vicdanlarınla kendilerini baş başa bırakıyorum.
Size de bu haftada böyle herne kadar gündemde çok yer almasa da toplumumuz için gerçeten çok önemli olan konuya yer verdiğiniz ve değerli yorumlarınız için teşekkür ederim.
Saygılarımla.