Finansal kesimin kriz sırasındaki davranışları siyasetçilerin olduğu kadar tüketicilerin ve işadamlarının da tepkileriyle karşılaşıyor. Geçtiğimiz hafta açıklanan bankacılık kesiminin konsolide karlılığı rakamları tartışmanın bir parça daha alevlenmesine yol açtı. Krizle ilgili önlemler düşünülürken, tüm dünya öncelikle bankacılık kesimine büyük oranda destek sağlamıştı. Türkiye’de 2001 krizinden sonra bankacılığın disipline edilmesi, Türkiye’deki bankaların finansal görünüm olarak batıdakilerden daha az riskli durumda bulunmasını sağladı.
Türkiye’deki kriz bugünkü haliyle, yoğunlukla imalat sanayindeki üretim kayıpları ve hızla artan işsizlik dalgasıyla kendisini gösterdi. Batıdaki ekonomilerin aksine banka iflaslarının görülmemesi, Türkiye ekonomisi için önemli bir avantaj olarak görünürken, hafta içinde Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz’ın açıklaması zihinlerde bazı soru işaretlerine sebep oldu. Sayın Başkan; ”Bankalar tavuk gibi likiditenin üstünde oturuyor, IMF ile anlaşma olmazsa B planımız hazır” diyerek finans yöneticilerine net bir mesaj gönderdi.
Bankaların kamuoyunun geniş bir kesimi tarafından eleştirilmesinin altında yatan gerçekler yabana atılır gibi değil. Hükümet geç de olsa reel kesim lehine bazı tedbirleri tasarlayıp, uygulamaya koyarken, bankaların firmaların nakit ihtiyaçları konusunda krize özgü enstrümanları üretebildiğini göremiyoruz.
Bankacıların tek başlarına krizin etkilerini bertaraf etmesini beklemiyoruz. Ama krediler konusunda bu denli muhafazakar davranmak iş dünyasını orta ve uzun vadede kredi kullanımına karşı bir tedbir almaya zorlamaz mı? Yatırımcıları, finansal planlarını yaparken, yurt içi bankalardan çok yurt dışında faaliyet gösteren finansal kuruluşlardan borç almaya endeksli bir düşünceye yöneltmez mi?
Türkiye’de bankacılık kesiminin kriz karnesinde sorumluluk paylaşımı konusunda maalesef yeterli duyarlılığı göstermediği gerçeği çok sayıda kişi ve kurum tarafından dile getirilirken, finansal kesimdeki meslek kuruluşlarının ve birliklerinin artık bir özeleştiri yapmalarının zamanının geldiği anlaşılıyor. Kredi arzını sıkı koşullara bağlamak için risk gerçekleşmeden önce gerekli tedbirleri almayan, piyasanın hormonlu büyümesine destek olan bankalar, risk realize olunca da ortak savunma tedbirleri konusunda gereken katkıyı vermeliler.
Bu noktadan sonra bankaların tabi olduğu bazı yasal sınırlamaları geçici süre rafa kaldırmak, esnafı, işadamını ve tüketiciyi gayri meşru finansman yollarından uzak tutmaya yarayan araçlardan biri olabilir. Kredi garanti fonu desteği, reeskont ve karşılık oranlarının düzenlenmesi, finansal aracıların davranışlarını pozitif yönde etkileyecek birkaç önlem. Bugüne dek bu konularda alınan tedbirlerin dozunu artırmak, önlemleri kamuoyu ile paylaşmak, bankacılık kesiminin reel sektöre yaklaşımını gözden geçirmesine imkan verebilecektir.
Bankaların krizin finansmanı için firma bazında geliştirdiği ürünlerin dışında, sektörel ve coğrafi iş öbeklerinin finansal sorunlarının çözümünde de etkinlik göstermeleri gerekiyor. İş öbekleri içinde faaliyet gösteren irili-ufaklı firmaların birbirleri ile olan finansal sorunlarının çözümü, firma bazında çare üretmeye göre daha etkin ve ekonomik bir yöntem olarak not edilmeli. Manisa gibi belirli sektör üreticilerinin birbirlerine sıkı bağlarla bağlı olduğu kentlerde, krizin etkilerinin hafifletilmesi için bu türden ihtisas bankacılığı önlemlerine ihtiyaç duyuluyor.