Türkiye ekonomisinin kriz tecrübesi saymakla bitmez. Sadece sayı değil çeşitlilik itibariyle de istikrarsızlığın tüm biçimlerinin yer aldığı bir ekonomi sicilimiz var. Döviz kuru ile ilgili tepkinin aşırıya varmasının altında biraz da kötü tecrübeler yatıyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu kırılgan ekonomilerin en büyük özelliği istikrarsızlığın kendisini döviz kuru üzerinden göstermesi. Türkiye ekonomisinin kendine özgü artı kırılganlığı yaratan faiz haddi konusunda muhafazakar davranması.
Hiç mi iyi haber yok?
Kasım ayı Sanayi Üretim verileri yeni yayınlandığı için yüreklere su serpti. 2013’ün son çeyreğindeki kayıp, Aralık ayında sert bir düşüş olarak görülecek. Bu arada döviz tırmanırken Dünya petrol fiyatlarının düşüyor olması oldukça önemli. Türkiye ekonomisi bakımından doğalgazın petrolle ilişkilendirilerek fiyatlanması bir avantaja dönüşmüş oluyor. Petrol fiyatındaki düşüşün doğalgaza yansıması elektrik maliyetini de etkiliyor. Elektrik üretiminin yarıya yakını doğalgaza dayalı olduğu için kurdan gelen maliyetin dengelenmesi mümkün olabilir.
Tüketimde sert fren vergi hasılatını etkileyecek…
Geçtiğimiz hafta ekonomi yönetiminin kamu maliyesini çıpa olarak kullanmaktan vazgeçmediğini belirtmiştik. Zamların enflasyona yaptığı negatif katkıdan çok bütçe dengesi tercih ediliyor. Hükümet kaynaklı zamlar Merkez Bankası literatüründe ‘yönetilen fiyatlar’ olarak adlandırılıyor. Örtülü bir ‘bizim sorumluluk alanımız değil’ mesajı da içeriyor gibi.
Döviz kuru, ithalatla birlikte içeride fiyat artışları nedeniyle tüketimi de frenleyecektir. İthalattan Alınan KDV ile Dahilde Alınan KDV hasılatı birlikte düştüğünde ekonomi yönetiminin yeni tedbirler tasarlaması uygun olur.
Belirsizlik yatırımcıyı tedirgin ediyor…
2014’ün başında iyi veya kötü bir ekonomik atmosferden çok belirsizlik tarifi öne çıktı. Türkiye ekonomisinin sermaye akımlarına duyarlı yapısı istikrarsızlığa olan tepkisini sertleştiriyor. Euro Bölgesi’nde ve ABD’de görülen ekonomik toparlanma ihracat imkanları açısından umut verici. Fakat Türkiye’nin döviz ihtiyacını reel akımların karşılığında ülkeye girecek ödeme imkanlarıyla kapatması mümkün değil. Özel sektörün uluslararası bankacılık sistemine olan borcunu döndürmesi için ekonomi yönetiminin yapacağı açıklamaların psikolojik destek vermesi gerebilir. Çünkü derecelendirme kuruluşları özel sektörün kur riskini vurgulamaya başladılar bile. Gecikilmiş de olsa bu noktaya dikkat çekildikçe ‘zararın neresinden dönülse kardır’.
Kriz tecrübesine dönelim…
2008 Eylül’ünde başlayan global krize verilen tüketici tepkilerini anımsatmak istiyorum. Krizin merkezinde ABD ve zincirleme olarak AB ekonomisi vardı. Fakat, Türkiye ekonomisi önce eksi %13,8’lik bir tepki ile harcamalarda sert bir düşüş sağladı. Daha sonra bu rakam eksi %14,3 olarak revize edildi. Böyle bir küçülmeyi krizin merkezindeki ülkelerde dahi görmüş değildik.
Bugün tüketim ve yatırım kararlarında durağanlığa prim vermek tümüyle isabetsiz bir öngörü sayılamaz. Fakat dövizdeki tırmanışın bir bölümünde spekülatif davranışların etkisi olduğuna eminim. Ekonomiye ilişkin algı yönetiminde paniğe yol açılmaması yönünde alınacak tedbirlerin var olduğunu düşünüyorum.