İtalya’da durum farklı…

Hesapsızlığın bugünkü muhasebe sisteminin anavatanındaki görünümü, Yunanistan’dan farklı. Hala kullanılan çift taraflı kayıt sistemini ilk kez deneyimleyen Venedikli tüccar, alış-verişlerini ve sonuçlarını, borç/alacak, kar/zarar, gelir/gider olarak kaydettirirken, uygarlığın karşılıksız alım gücü üretebilen bir finans balonuna dönüşeceğini öngöremezdi herhalde.

Bizdeki “siyakat” usulünün pek de kolay öğrenilir olmadığı, neredeyse şifreli bir dil olduğu söylenir. Her şeye rağmen, saray mutfağına “ne zaman?, hangi bedelle?, ne?” tedarik edildiği, dün olduğu gibi bugün de görülebilir. Ancak, usta-çırak sistemi ile edinilen bu muhasebe dilinin eski metinleri okuyabilen her kişi tarafından dahi çözülemediği de yazılıp-çizilir. Bir parça gizemci, çoklukla Asyatiktir. Çünkü devlet merkezlidir. Aldatmak üzere kullanılması güçtür.

İki yönlü hesapta ise, “doğası gereği”, varlıkların, yükümlülükler aracılığıyla edinildiği öğretilir. Eşitlik, mündemiçtir. Dolayısıyla, her “alacak” karakterli hesabın bir varlık edinilmesinde kullanıldığı, aktif ve pasifin filmin negatifi olduğu temel bir bilgidir. Bilanço dediğimiz form, aslında mali tablo hazırlandığı anda elde bulunanların (aktif) nasıl finanse edildiğini (pasif) gösteren bir “fotoğraf”tır. Keza, gelir tablosu da, o son karenin elde edilmesi için sarf edilen mesainin “film”i olarak anlaşılabilir. Bunları niye anlatıyorum? Sistem basiretsiz hale gelirken niçin buna engel olunmadığını daha iyi anlayıp-aktarabilmek için…

Dediğim gibi, eşitliğe dayalı bir muhasebe sisteminin, bir gün gelip Merkez Bankalarının rezerv karşılığı olmaksızın “para yaratacağını”, yahut orta halli bir ailenin ev satın alabilmesi için cansiperane kredi üreten bir bankacılık sisteminin varlığını, krediyi, krediyi sigortalayan şirketi, sonra bu kuruluşların hisse senetlerini satın alan “küçük tasarrufçu”nun “kazanç-kayıp” hesabını, hasılı, “bir koyundan birkaç post çıkarıldığı”nda, işin sonunun nereye varacağını kestirmesi beklenmemeliydi. Öyle de oldu. Varlık-değer-fiyat zinciri kırılınca, muhasebe işlemleri dekora dönüştü. Aktifler, “değerleme yoluyla tayin olunan hormonlu rakamlara, pasifler, aktifler karşısında cılız kalan maliyet bedellerine” doğru evrildi. Ücretlerini bilançoların sahiplerinden alan “bağımsız” denetim kuruluşlarının diz bağları, “kozmetik güzellik” karşısında çözüldü. Üstelik, nefis muhasebeleri, krize ertelendi.

Çünkü, mesela bizdeki tahrir defterlerine bakarsak, vergi merkezli kayıt düzeninin çok açık olduğu görülür. Ama harcamalar, “bilene şeffaf”tır. Fiskal eksenli kayıtlamanın, aslında bugünkü anlamıyla muhasebe olmadığı anlaşılır. Gelir ve giderlerin birbirleriyle ilintilendirilmeden kayda geçirilmesi, Osmanlı’nın her bahar yolunu gözlediği münbit Balkan çayırlarına duyduğu iştiyaktan vücut bulmuş olabilir. Teorik olarak geçmişi Uygurlar’a kadar götürülen “siyakat” yazısı, baştan beri uçsuz bucaksız Batı’ya yapılan müteşebbis yolculuğun kendi çapında yeterli bir alfabesi aslında. Kaynaklar (arazi) sınırlı olmayınca “hesap” tutmaktan beklenen ihtiyaçlar da azalmış demek ki… Bugünün Avrupası’na bakınız: Sonsuz alım gücü halüsinasyonu gören için hesaba ne hacet!

Kriz, Yunanistan’dan İtalya’ya geçerek, Antik kronolojiye uyma bahanesiyle iktisadi aktivitenin aslına rücu etmesi gerektiğini ima ediyor olmasın.

Güçlü “yürütme” erkine doğru…
Diyeceğim şuydu aslında… İtalya ekonomisi Avrupa’nın üçüncü büyük iktisadi gücü. Ne Almanya’nın “Kutsal” Roma-Germen ittifakının hatırasına duyacağı (yine tarih) saygı , ne “kifayetsiz muhteris” Sarkozy’nin seçim öncesi girmek istediği “Dünya’yı Kurtaran Adam” pozları, İtalya’yı ayağa kaldırmaya yetmez. Berloscuni’nin, yerine, meşrebine uygun bir eski “girokrat” (girişimci bürokrat) olarak Dominique Strauss-Kahn’ı işaret etmesi mümkün. Rüzgar, Cebelitarık’a yaklaştığına göre, “Victoria Secret” defilesinde istihdam olunan Latin cins-i latifin (“cins-i Latin” mi deseydim?) bu defa kanatlarını yere indirerek “İspanya’ya yatırım yapın!” reklamlarında, Kemal Derviş’in, “Kamu Hesaplarındaki Muhasebe Hilelerinin Önlenmesi” konferansında görüleceği günler yakındır.

İtalya’nın özellikle Yunanistan’la kıyaslanmaması için başka pek çok neden de var. İtalya’nın ciddi bir sanayi üretimi mevcut. Hatta, Türkiye’deki birkaç sektörün bu ülke ile yapılan alış-verişten tevarüs edilen know-how’la ve makine-ekipmanla oluştuğu bile söylenebilir. Aynı coğrafyada, hizmet sektörünün döviz girdisi sağlayan alanlarında hala etkin olunduğu da not düşülmeli, Yani, Yunanistan’ın aksine, Adriyatik’in diğer yakasında, üretimsizlik değil, bir “borç çevirme” krizi olarak görünen, finans odaklı reformlarla atlatılabilir sorunlar var.

Başa dönersek, bir yarımadada daha, dünyadaki hesapsız genişleme rüzgarı ile yelkenlerini şişirmiş karizmatik lider sultasının bedeli ödenecek. Bu arada pek şişinerek anlatılan Uluslararası Finansal Raporlama Standartları (UFRS)’nın da gözden geçirilmesi yerinde olur.

Avrupa ülkelerindeki sorunlar, biraz da, müzmin koalisyonların, tek partili yönetimler yahut başkanlık rejimleri karşısındaki mağlubiyeti olarak okunmaya değer. Güçlü, hızlı, etkin yürütme erki, dünyanın yeni dönem politikalarında belirleyici olabilir. Yeni Anayasa yaparken bu argüman kullanılacaktır, aklımızda bulunsun…

Bu yazı ilk kez 14 Kasım 2011 tarihinde Milat Gazetesinde yayımlanmıştır. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir