Gelişmekte olan ekonomilerde yavaşlama sinyalleri istikrar kazandı. Bugün bir sürpriz haber gibi yinelenen gelişmenin kaynağını 2008 krizine kadar götürmek mümkün. Gündelik haberleri bir yana bırakalım. 2008 krizi öncesinde, Dünya’daki tüm Merkez Bankaları’nın piyasadaki likiditeye esas bilanço toplamı 8 Trilyon Dolar iken, bugün 14 Trilyon Dolar. 2008 sonundan bugüne Dünya’daki ekonomik aktivite bu oranda artmadığına göre, piyasadaki fazla paranın geriye çekilmesi gerekiyor. Çekilmezse yeni bir balon oluşması kaçınılmaz. Mevcut durumda henüz bir balondan değil “köpük”ten söz edildiği anlaşılıyor. Gelişmiş ekonomilerle gelişmekte olanlar arasındaki örtülü çekişme de bu noktada başlıyor. Elbette Türkiye tartışmaya dahil.
Müebbet muhabbet: “Faiz İndirimi”:
Başbakan’ın, “Enflasyon bir sonuçtur. Faiz oranları enflasyonu belirler” mealindeki görüşünü iki ay önce kamuoyu önünde açıkladığını biliyoruz. Bu beyanın ardından Merkez Bankası’nın iki kez faiz indirimi kararı aldığını da. Bugün, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi yeni bir açıklamayla Merkez Bankası faizinin “tefeci faizi” olduğunu söyledi. Bu yazı kaleme alındıktan iki saat sonra açıklanacak olan Para Politikası Kurulu, büyük olasılıkla yüzde yarım ( elli baz puan)’lık bir faiz indirimi ile sonuçlanacak.
Bu tartışmaya bir nokta koyulsun…
Merkez Bankası’nın piyasalar üzerindeki yön gösterici işlevini giderek aşındıran bu tartışmanın hiç bir yararı yok. Ekonomi yönetimi faizi doğrudan belirlemek istiyorsa MB Yasası’nı değiştirebilir. Merkez Bankası’nın görevini tanımlarken, “fiyat istikrarı”nın yanına ekonomik büyüme veya işsizliği de ekleyebilir. Dünya’da örnekleri var. Bu durumda bir deklarasyonla enflasyon hedeflemesi rejiminden vazgeçildiğinin ayrıca ifade edimesi gerekir. Doğru veya yanlış, ekonomi yönetimi bu tercihini açıklar ve sonuçlarını izler. Para politikasının bugünkü güven vermeyen görünümü ortadan kalkar. Doğrudan hükümet tercihlerine bağlı bir politika yürütüldüğü cümle aleme ilan olunur.
Faiz sıfıra inse enflasyon azalır mı?
Bir dizi varsayımda bulunalım… Bir ülkenin Merkez Bankası, enflasyonu önlemek için talebi baskılamak istiyor ve faizi yukarıya çekiyor. Aynı şekilde azalan sermaye akımlarını yüksek faiz sayesinde ülkeye yönlendirmek için, TL’nin fiyatını yüksek tutuyor. Hem artan getiri nedeniyle döviz girişi sağlanıyor, hem de mal ve hizmetlere olan talep artmadığı için enflasyon dizginlenmiş oluyor. Bu arada bollaşan döviz nedeniyle kur kontrol ediliyor. Ya da…
Bir simülasyon yapalım…
Enflasyondaki olumsuz tabloyu faiz hadlerindeki yükselişe bağlayanların haklı olup-olmadığını anlamak için faizlerin kademeli olarak sıfıra kadar indirildiğini düşünelim. Merkez Bankası politika faizi sıfır iken enflasyon da bugünkü gibi %9 olsun. Yani elinde parası olan kişi veya kurum bu parayı harcamak yerine elinde tutarsa, yılda %9 zarar edecek. Tasarruf oranı %12 olan bir ekonomide bu uygulama tasarrufları artırır mı ? yoksa azaltır mı? Birinci soru bu.
İkinci soru: Bir ülkenin ortalama milli gelirinin %5 ila % 7 arasında cari açığı bulunmakta. Bu açık döviz cinsinden olduğundan bir ya Merkez Bankası rezervinden (bitene kadar) veya piyasadan karşılanıyor. Yine diyelim ki, % 0 (sıfır) faiz getirisi olan bir ülkede yatırım yapmak isteyen bir yabancı kuruluş, elindeki dövizi dış piyasalarda değerlendirmek istiyor. Dövizini faizi sıfır olan ülkeye mi getirir? yoksa başka bir gelişmekte olan ülkeye mi götürür? Bu durumda faizi sıfır olan ülkede döviz kuru hızla yükselir mi? yükselmez mi?
Üçüncü soru: Yatırım ve tüketim harcamalarını finanse etmek için yeterli tasarrufu bulunmayan bir ülkede, sıfır faizle tüketim gücü elde edildiğinde, artan yatırım ve tüketim harcamaları fiyat artışlarına yol açar mı? açmaz mı? Enflasyon arttığı zaman görünüşte nominal gelirleri çoğalan sabit gelirliler ve iş dünyasının ekonomiye ilişkin bekleyişleri olumsuz yönde değişir mi ? değişmez mi? Geleceğe ilişkin beklentiler negatif olursa, yatırımlar artar mı? azalır mı?