Amerikan Merkez Bankası (FED), sonunda faiz artırımı sürecini başlattı. Üç yıldır anons edilen faiz artırımının ilk sonucu, Türkiye gibi ülkelere yönelik döviz girişinin yavaşlayacak olması… Gelişmekte olan ülkelerle birlikte Türkiye ekonomisinin de içinde bulunduğu ekonomik iklimin ikinci bir belirleyici unsuru da petrol fiyatlarındaki düşüştür. Siyasi gelişmeleri bir kenara bırakırsak, 2016 yılı hesaplarının bu iki değişkene göre yapılması gerekiyor.
Bugünlerde sıklıkla duyduğumuz ifade şu: “iş var ama piyasada para yok”. Çünkü yurtdışından gelen mali kaynakların azalacağı iyiden iyiye ortaya çıktı. İhracat artışına ve dış ticaret açığındaki daralmaya karşın finans sektörünün imkânları erozyona uğruyor. Önümüzdeki süreçte turizm kaynaklı döviz girdisinde de benzer gelişmeyi gözlemlemek muhtemel.
Finansal daralma elbette reel kesimin yatırım kararlarını negatif yönde etkileyecektir. Bu noktada döviz ihtiyacındaki gerileme ile döviz girişindeki gerilemenin rekabetinde kazananı/kaybedeni anlamanın yolunun döviz kurunu takip etmekten geçtiğini unutmamak gerek.
Petrol fiyatlarındaki gerilemeye gelince…
Elbette petrol ithal eden bir ekonomi için bu iyi bir gelişmedir. Sadece üretici için değil tüketici için de son derece yararlı bir durumdur. Enflasyon üzerinde etkili olan akaryakıt fiyatlarının tüketim kararlarını olumlu yönde etkileyeceğini düşünmek de mümkündür. Öte yandan petrolün varil fiyatındaki düşüşün tüketiciye hızla yansıtılabilmesi ancak döviz kurunun istikrar kazanması ile sağlanabilir.
Faiz tartışması nasıl biter?
Türkiye’de faiz haddinin yüksek mi yoksa düşük mü olduğu veya olması gereken düzeyde mi bulunduğu tartışması üç yıldır devam ediyor. Faiz haddi, ülkelerin fon ihtiyacı ile doğru orantılı olarak değişkenlik gösteren bir oran. Türkiye ekonomisinin hedefleri arasında tasarruf oranının yükseltilmesi önemli bir değişken olarak belirlendiğine göre enflasyonun üzerinde bir faiz oranı hedeflemekten başka çözüm yok.
Bir ekonomide insanların tüketim yerine tasarruf kararı alabilmelerini istiyorsanız tüketerek elde edecekleri faydayı aşan bir getiriyi sağlamak zorundasınız.
2008 krizi ve sonrasında ortaya çıkan durgunluk dönemlerinde hem firmaları hem de tüketicileri yatırım ve harcama döngüsüne yönlendirmek ancak düşük hatta enflasyonun altında (negatif) faiz oranlarıyla mümkündü. Düşük faizle, karar alıcılara harcama yapmanın parayı ellerinde tutmaktan daha avantajlı olduğu tavsiye edilmiş olunuyor.
Eğer enflasyonla mücadele ve tasarruf oranını artırmak piyasayı canlandırmaktan daha az önemli ise bu hedef deklare edilerek faiz tartışması sona erdirilebilir. Merkez Bankası Kanunu değiştirilerek ve Enflasyon Hedeflemesi Rejiminden vazgeçilerek siyasi tercihleri açıkça ortaya koymak mümkündür.