Hollanda ile Türkiye arasında yaşanan krizi en ince ayrıntılarına kadar izledik maalesef. Türk devleti elbette misliyle cevap verme konusunda gereğini yapacaktır. Bu konuda muhalefetin de halkın da desteği sonsuz.
Biliyorsunuz, yabancı ülkelerle ilgili bir sorun olunca bazı köşe yazarlarımız kendi düşüncelerini Amsterdamlı taksiciye söyletmeyi tercih ederler. Yahut oradaki bir akrabalarının yaşadığı zorluklar üzerinden Türkiye’nin aslında ne kadar müreffeh, Batı’nın ise aslında ne kadar geri kalmış olduğunu aktarırlar. Bu defa ne taksiciye ne de akrabaya ihtiyaç duyuldu. Politikacılar ekranlar önünde şovlarını yaptılar.
Wilders namındaki, ırkçı olduğuna dair en ufak şüphe uyandırmayan bir ‘lider’ (epey oy potansiyeli olduğu da anlaşılıyor) Türk, İslam, Kuran-ı Kerim, göçmen düşmanlıklarının tümünü bir paragrafa sığdırabilecek kadar kompakt bir faşistmiş. Türkiye neredeyse kuruldu kurulalı hep bir seçim arifesinde yahut bir gerilimin ortasında olduğu için halk yüksek tansiyona alışıktır. Dolayısıyla kalabalıkların toplanması ve dağılması daha hızlı olabiliyor. Ama Hollandalılar velev ki genel seçim Wilders’in aleyhine neticelensin böylesi bir gerilimi kaldırabilir mi? Emin değilim.
Flaman ressamlarının özelliği, ‘izlenimcilik’ ya da ’empresyonizm’ tecrübeleriyle doğayı ve olayları resmederken özellikle ışığın farklı yansımalarına kendi algılarını da ekleyerek ayrıntılı ve özgün bir tasvir gücüne erişmiş olmalarıdır. Ben de aynı yöntemi takip ederek şu son krizi tasvir etmek istedim. Mesela bu kriz loş ışıkta betimlenirken “Hollanda makamlarının Türk siyasetçilerin kendi konsolosluklarına girişlerini polis zoruyla engelledikleri, gösterici Türkleri de coplar, atlı ve köpekli polisler aracılığıyla uzaklaştırdıkları” görülüyor. Lakin ışığın biraz daha yeterli olduğu gündüz saatlerinde ise “Türk makamlarına havadan giriş izni verilmediği, bu sebeple Sayın Bakanın Hollanda’ya karayoluyla giriş yaptığı” bu ilk tasvirden anlaşılmıyor. Şu hâlde sadece Hollanda’da değil Almanya’da ve Fransa’da da nasyonel sempatinin ve İslamofobinin yükseldiği, ABD’nin ve Avrupa’nın giderek koyulaşan bir korumacı ekonomi ve faşizm bataklığına gömüldüğü gerçeği şimdilik manzaranın ana unsuru değil. Ama fonda siluet hâlinde bir canavarın varlığı, tam da Rotterdam’da olduğu gibi ‘at izinin it izine karıştığı’ bir Dünya hayali beliriveriyor.
Işıkları Biraz Daha Açarsak…
2008 krizinden bu yana bir türlü eski şaşalı günlerine dönemeyen Batı ekonomileri işsizlik baskısı altında kaldıkça göçmen karşıtlığı aracığıyla istihdamdaki rekabeti önlemeye çalışıyorlar. Göçmen karşıtlığının azığı ise göçmenlerin çoğunun kökeni olan Ortadoğu coğrafyasının manevi dinamiği, İslam…
Hollanda’da olduğu gibi popülizme prim verildikçe ibadethaneler, işletmeler, insanlar ‘yargısız infaz’la cezalandırılıyorlar. Bu politika, tarihte defalarca yaşandığı üzere, daha fazlasını isteyip yeryüzünü yangın yerine çeviren bir savaşa; ‘batsın bu dünya’ psikolojisine dönüşecek gibi görünüyor maalesef. Böyle bir durumda Osmanlı döneminde başta elçi kabul törenlerini başarıyla resmetmiş Flaman ressam Jean-Baptiste van Mour’un Türklerle ilgili algısını gösteren ‘Âşık Türk’ tablosunun olası bir savaş ortamında nasıl bir genel politikaya dönüştüğünü-dönüşeceğini de ayrıca belirtmeye gerek yok sanırım.
Ekonomik Yaptırım
Asıl konumuza girmeye geç kaldık. Bunun asıl nedeni Ekonomi Bakanı Sayın Nihat Zeybekçi’nin “şu anda öyle bir şey (yaptırım) söz konusu değil” açıklaması. Bunun için Türkiye-Hollanda arasındaki ekonomik ilişkilere dair temel bilgileri özet geçmekte yarar olabilir.
2002-2015 döneminde Hollanda’dan Türkiye’ye yapılan yatırım toplamı 21 Milyar Dolar. 2016’da Türkiye ile Hollanda arasındaki ticaretin hacmi 6,6 Milyar Dolar. Bu rakamın 3,6 Milyar Doları Türkiye’nin Hollanda’ya yaptığı ihracattan, kalanı Hollanda’dan yapılan ithalattan oluşuyor. Türkiye için çok önem taşıyan doğrudan yatırımda yani istihdam yaratan ve kalıcı yatırımda Hollanda Türkiye için çok önemli bir konuma sahip; rakamlara göre yılda 1 Milyar Dolar’ı aşıyor.
2.694 Hollanda sermayeli firma Türkiye’de faaliyet gösterirken, Hollanda’da bulunan Türk vatandaşlarının çalıştığı ve sahibi bulunduğu binlerce firmanın-küçük işletmenin varlığını tahmin etmek güç değil. Zamana yayılan olası bir ekonomik restleşmede Türkiye, yılda yaklaşık 1 Milyon Hollandalıyı ağırlamaktan kaynaklanan döviz girdisinden de mahrum kalabilir. Daha kötüsü oradaki Türkler Hollanda hükümetinin muhtemel yaptırımlarından nasibini alacaktır. Neyse ki sanıyorum Rusya deneyimi hükümetimizi ekonomik yaptırımlar uygulanması konusunda belirli bir itidale yönlendirdi.
Algı, Analiz ve Gaz
Rotterdam halkı kendisine Ahmed Abutalip adında bir Müslümanı belediye başkanı seçmişken, meydana gelen olay(lar) kültürel siyasetin ne denli kaygan bir zemini olduğunu hatırlatıyor. Batı dünyası blok hâlinde popülizmin esiri olduğunda mutedil İslami çoğunluğu temsil eden güçlü bir Türkiye’yi karşısında görmek istemeyecektir. Radikalleşme, ancak toplumları zıtlarını, düşmanlarını var ederek; onlara karşıtlık atfetmekle yönetilebilir görüyor.
Bundan dört yüzyıl önce Flaman ressamlar ışığa ve algıya göre resimlerini şekillendirdiğinde resimde çok katmanlılık, derinlik, özgün bir bakış açısı meydana geliyordu. O derinliğin altında yatan çoğulluk-çoğulculuk, Batı’da sanayi devrimini, kentleşmeyi, temel hak ve hürriyetlere dayalı demokrasiyi, piyasa ekonomisini ortaya çıkardı. Bugünse batı orijinli siyaset, aydınlık-karanlık, siyah-beyaz, yandaşlık-karşıtlık terazisinde tartılmak için kefeye konmak üzere. Üstelik Avrupa’da ve Dünya’da yandaşlık ve karşıtlık turnusolü, katılımcı demokrasiyi, popülizmin coşkusuna; algıyı ve gaza gelmeyi bir analiz sanrısına, sözde aidiyet(ler)in sahte özgüvenine, sonunda da iradeyi bir faşiste yahut faşist zihniyete devretme ihtimaline doğru evrilmeye zorluyor.
Tarihte, elin sürekli yükseltildiği bu küresel oyun sonunda milyonları savaşa ve yokluklara mahkûm ederek sonuçlanmıştı. İktisadi bir vizyon sahibi olmanın önemi tam da bu yüzden gerekmiyor mu zaten?