Merkez Bankası’nın Ocak–2010 Enflasyon Raporu hafta içi açıklanan rakamların habercisiydi. Fiyat artış seviyesinin beklenenin üzerinde olması, 2010 yılı için bazı değişkenlerin nasıl şekilleneceğini tahmin etmemizi sağlayabilir.
Bölge ekonomisi bakımından tarım ürünlerinin fiyatları çok önemli. Bu yıl tarım sektörü ile ilgili iki müjdeli haber var ki; hem tarım üretiminde hem de tarım ürünlerinin fiyatlarında artış bekleniyor. Bu yılın fiyatları gelecek yılın üretimini artıracağı için ilk akla gelen gelecek yılın ürün fiyatlarında düşüş eğiliminin belireceği olurdu. Bu kez sanırım alışılagelmiş tablo belirmeyecek.
Fiyat artışlarında son aylarda yapılan vergi bazlı zamların etkisi büyük. Hatta yıllık fiyat artışına yakın oranda artışların tek bir ayda vergi nedeniyle görüldüğü bir dönemdeyiz. Kamunun bütçe dengesini sağlamaya yönelik çabaları kapsamında yapılan artışların devam etmeyeceği varsayımıyla dahi, yıl içinde enflasyon oranında sadece vergi nedeniyle %1,5’luk bir artış öngörülüyor. İyimser olduğunu düşündüğüm bu tahmin bile, hedef enflasyon oranına göre çok yüksek.
Enflasyon hesaplarının en dikkat çekici unsuru, beklendiği gibi gıda fiyatları. İşlenmemiş gıda fiyatlarındaki artış üst düzeyde. Henüz işlenmiş gıdaya tümüyle yansıtılamadığı görülen artışta, tüketici bakımından zor bir yıl yaşanabilir. Küresel ısınmayla birlikte gündeme gelen tarımsal fiyatlar ve gıda fiyatlarının artacağı öngörüsü yavaş yavaş gerçekleşiyor.
Yıl içinde vergilerden başka, emtia fiyatlarıyla, enerji girdilerinin fiyatlarında artış beklemek kaçınılmaz gibi görünüyor. Dünyada ve Türkiye’de yeniden ekonomik büyüme eğilimi gerçeklik kazandıkça, söz konusu iki kalemde de fiyat seyri değişebilir. Döviz kurlarının bu seviyede kalacağı varsayımıyla artışlar eninde sonunda tüketiciye de yansıyacaktır. IMF ile olası bir anlaşma döviz kurunu gerileterek ithal girdilerdeki fiyat artışlarını absorbe edebilir diye tahmin ediyorum. Son on yıllık rakamlar itibariyle dolarla değerli metaller arasında ters orantı rahatlıkla görülebiliyor. Şu halde üretim arttıkça sermaye ve yatırım malları fiyatlarında artış beklenmesini de doğal karşılamak gerekiyor.
İyi haber, iktisatçıların beklentileri üzerinde önemli etkisi olan çekirdek enflasyon adı verilen imalat sanayi fiyat artışlarında sorun görünmüyor olması. En azından şimdilik, para politikasının yönünü değiştirecek bir artış gözlenmiyor.
Fiyat artışlarının 2009 yılının kendine özgü şartları içerisinde ortaya çıkardığı kendine özgü yapısı; ÜFE ile TÜFE arasındaki makasın giderek kapanmasıydı. Yılın en azından başlangıcında üretici fiyatları aleyhine gelişen denge giderek, aradaki farkın kapanması noktasına geldi. 2010 Ocak ayında ise üreticinin tüketiciye yansıtmadığı fiyat farkını tüketiciye devlet yansıttı. Dalgalanmalar şiddetini giderek azalttı.
Türk Ekonomisinin Tüketici Profili
Tüketici fiyatlarının önündeki sorunlardan biri de, Türk ekonomisinin tüketici profili. Türkiye ekonomisinde hane halkı harcamalarının önemli bölümü zorunlu harcamalardan kaynaklandığı içim, endeks değerinin krizden etkilenme şansı yüksek olabilecektir. Gıda tüketiminin fiyat esnekliği, fiyatlara göre artıp-eksilmesi sınırlı oranda veya tamamen duyarsız olabiliyor. Ama endeksin %28’ini oluşturan gıda fiyatlarındaki artış, endeks değerini yukarıya taşımaya yetiyor. Konut, haberleşme ve ulaşımı eklediğinizde bir bakıyorsunuz ki, endeksin %64’ü oluşmuş. Maalesef ki, ulaştırma ve haberleşmede vergi etkisi yoğun; konut ve alkollü içecekler de yine ağır bir vergi yükü ile karşı karşıya.
Reel sektörün küresel krizin etkileri ile durdurduğu yatırım harcamalarının artması beklendiğine göre, kapasite kullanımı arttıkça sermaye malları ihtiyacı yoğunlaşacağından içinde bulunduğumuz günler önemli yatırım kararları bakımından çok uygun olabilir. Sermaye malları fiyatlarının çok uygun olduğu bir ortamda, döviz kurunun da mevcut seviyesi yatırımcıyı cezbedebilir.
İmalat sanayinde üreticiyi yıl içinde sevindiren sektörel vergi indirimleri gündemden kalktığına göre, dayanıklı tüketim mallarına ait alt alanlarda baz etkisi nedeniyle görülecek fiyat artışlarını ayrıştırmak gerekir. 2010 yılı hesapları bakımından mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış rakamlara önem vermek gerekiyor.
İhracat yoğun sektörlerin AB pazarının canlanmasıyla hareketleneceği bilindiğine göre, ithalat eğiliminin de artması kaçınılmaz. İthal mallarının fiyatlara katkısı olur mu diye sorarsak- ki bu soruyu sormak gerekir- söz dönüp dolaşıp döviz kuruna gelecek. IMF’li IMF’siz seçenekleri arasındaki kur farkı, büyük oranda enflasyona yansıyacak.
Fiyat Artışlarının Olumsuz Sonuçları
Tüketicinin günlük yaşamını yakından ilgilendiren tüketim maddelerinin fiyat artışları, tüketim alışkanlıklarını değiştirecek boyutlara geldiğine göre, devletin fiyatlar üzerindeki baskısının iki olumsuz sonucu görülebilir. İlki kaçak içki ve sigara imalatının/ithalatının artması. İkincisi fiyat artışlarının vergi hâsılatına yansımaması.
Devletin elinde kalan %30’luk vergi artışı marjının bir kısmını veya tamamını kullanması halinde, vergi oranı artmasına rağmen vergi hâsılatı düşmeye başlar.
Fiyatlarla ilgili gelişmelerin ortaya çıkarabileceği bir başka sonuç da, doğal olarak faiz politikası ile etkileşimin artması olabilir. Merkez Bankası önemli bir yönetim başarısı göstererek, geçtiğimiz yıl boyunca sürekli faiz indirimi yaparak piyasayı rahatlatmaya çalıştı. Hem faiz hadlerini indirip, hem de enflasyonla mücadelede hedefi yakalamak büyük oranda krize, bir açıdan da para politikasının başarılı bir strateji ile belirlenmesine bağlıydı. 2010’da beklenen enflasyon hedefine ulaşmak için, fiyat artışları ve büyümeye paralel bir faiz artışına gidilmesi gerekecek. Merkez Bankası’nın kriz yönetiminde üstüne düşen rolü oynadığı şekilde, gerçekçi bir politika alanı belirleyip, faiz hadlerini gerektiği zaman ve oranda artırması çok ince bir patikada yol almasını gerektiriyor.
Faiz haddi büyümeyi destekleyecek aralıkta bulunurken aynı zamanda enflasyonu da tetiklememeli ki, sağlanan başarı kalıcı olabilsin.
kanımca hükümetimiz birinci ligin standartlarının arttırılması gibi yaşam standartlarını yükseltmeye çalışıyor.ancak birinci ligin standartlarını yükselten bir kaynak,televizyon gelirleri,var…belki hükümet bu standart arttırma aşamasına erken ve kaynak olmadan başladı ve olan da halkın bu sürece ayak uyduramama sonucuna varıyor ama cumhurbaşkanımızın da dediği gibi bu sadece bir “hukuka uyum süreci”…istatistiksel veriler ve tabloların yorumlanması ile halkın halet-i ruhiyesini tespit ettiğiniz için teşekkürler…
Uğur hocam merhaba.
Bu yazınızı okuduğumda, bilmem katılırmısınız ama; aslında bir önceki yazınız ile iç içe bir değerlendirme yapmam gereğini düşündüm. Şöyleki: Bir önceki yazınız da ” Gelir dağılımı iktisatçılar için “tatsız” bir konu haline geldi. Kimse yüzünü bölüşüme ilişkin gerçeklere çevirmiyordu, bir de baktık Amerika’da bu kriz nereden çıktı diye düşünenler çaktırmadan “aslında gelir dağılımı da önemli bir konu” diye konuşmaya başladı. ” ifadesi ve bu yazınızın başlığı “Fiyatlarda Devletin ve Küresel Ekonominin Belirlediği Yeni Patikaya Girildi” ifadesi, bence aslında birbirini tamamlayıcı öğeler. Yani birileri birşeylerin yolunda gitmediğini farketmiş olacakki, birşeyler yapalımda bu bataktan “krizden” kurtulalım hamlesini yapma gereği duymuşlar.
Hocam isterseniz Roma imparatorluğundan başlayalım. M.Ö. 27 M.S.330 yılları arasında devasa bir imparatorluk (toprak büyüklüğü 5.900.000 Km2) bir önceki yazınızda belirlenen ve son yazınızda da değinilen enflasyon etkileri ile çöktü.
Roma imparatorluğunda 3 kesim yaşardı, hatta ki 4 diyebiliriz. 1- Köleler 2- Özgür yoksullar 3- zengin toprak sahipleri 4- elit roma yöneticileri (hanedan).
Çok kısa olarak, zaman içinde kölelik yok olmaya başlayınca yoksul özgürler de zor duruma düştü, daha sonra roma’nın yöneticileri gelir paylarının düşmesi ile toprak sahibi zenginlere vergi salarak yüklenmeleri sonucu çeşitli olaylar yaşanmış ve yükselen enflasyon ( fiat artışları ) roma imparatorluğunun sonunu getirmiştir. Temelde gelir dağılımı ve yüksel fiat artışları yatmaktadır. Diğer bir yanda yakın geçmişimizi, kendi tarihimizi irdelersek; tabi burada Osmanlının çöküş nedenleri arasında bir çok değişken olay ile karşılaşabiliriz ancak; temelde uzun yıllara yaygın bir gelir dağılımı ve ötesinde de, bağlı beyliklerin veya muhtariyet verilmiş bölgelerin Osmanlıya gereği gibi vergilerini ödememesi ve hatta devleti ele geçirme ( Mısır valisi Mehmet Ali Paşa ) sevdasının sonucu, devletin giderlerini karşılamak için halka daha fazla vergiler salması, halkın daha da fakirleşmesi, çöküşü hızlandıran nedenlerdir.
Şimdi bu kısa tarihsel olaylardan günümüze döndüğümüzde ise; Devletlerin, gelir dağılımlarını iyi şekillendirmesi, olası enflasyonist baskılarda / krizler de belirli kesimlerin kısmen veya tamamen ezilmelerini önleyici tedbirler alması öncelikli görevidir. Ve bence, dünyadaki büyük tekelleşme, aslında ülkelerin en büyük sıkıntısı ve en büyük derdidir. Ekonomik yönden Dünyamızın sonunu da hazırlamaktadır. Ekonomik büyüklük kontrol edilebilir olmaktan çıktığı zaman tehlike oluşturacağı kanaatindeyim. Bu nedenle ekonomik döngüde Devletlerin kontrol kabiliyetinin olması gerekir düşüncesindeyim. İşte o zaman, gelir dağılımını da enflasyonu da kontrol edebilirsiniz kanısındayım.