Faizin Lobisi-Hobisi-Fobisi

Türkiye ekonomisinde faiz tartışması 2013 yılından bugüne bazen bir soluk arası verilse de yoğun şekilde devam ediyor. Başbakan Binali Yıldırım‘ın bankacılara ‘son uyarı’ mahiyetinde olduğunu ifade ettiği konuşması konuyu başka bir boyutu ile yine gündeme getirdi. Bankacılara sert ifadelerle ‘reel sektörün sesine kulak vermeleri’, ‘tefecilik yapmamaları’ kamuoyu huzurunda tebliğ edilmiş oldu. Başbakan, aksi halde elbette bir kamulaştırmadan değil ekonomi yönetiminin sahip olduğu enstrümanların kullanılacağından söz ettiğini de ekledi.

Faiz haddi neden yükseliyor?

Hükümetin yılbaşından bugüne ekonomiyi canlandırmak için yaptığı hamleler sonuçlarını gösteriyor. Vergi ve sosyal güvenlik teşvikleri, istihdam kampanyası, Kredi Garanti Fonu aracılığıyla binlerce şirketin kredilendirilmesi, TL’ye dönüş kampanyası, kamu alacaklarının yapılandırılmasında süre uzatımı gibi tedbirler bir bütün olarak özellikle referandum öncesine dek sonuç verdi. Büyüme rakamlarında da beklenen hareketin sağlandığı anlaşılıyor. Ancak, son yayınlanan ekonomik güven endeksindeki aşınma ‘can suyu’nun en azından tüketici düzeyinde devam etmekliğini öngörüyor.

Yukarıda bahsedilen tedbirler alınırken kamu tüketimi artırılıp hazine gelirlerinden fedakârlık edildi. Hane halkının harcama gücü desteklendi. Fakat bankacılık kesiminin bilançosu bozulmadan KOBİ’lere kamu güvencesi ile verdirilen krediler bankaların mevduat ihtiyacını artırdı. Bankaların kredi/mevduat oranı yükseldi. 31.05.2017 itibariyle %119,3’a çıkan kredi/mevduat oranı mali kesimi yeni mevduat ve borçlanma imkânlarını aramaya zorladı. Bu oranın anlamı, bankaların topladıkları her 100 TL’lık mevduata karşın 119 TL kredi vermeleri… Yeni mevduat yarışı faizlerin artışına, mevduat faizindeki artış ise kredi faizinde artışa doğru yükselen bir spirali başlattı.

Enflasyon, döviz kuru ve hazinenin nakit açığı

Enflasyon görünümünün sert bir şekilde bozulması Merkez Bankası‘nı sıkı para politikasına mecbur bıraktı. Merkez Bankası bir yandan döviz kurunu kontrol etmek için farklı enstrümanları devreye almaya çalışırken öte yandan enflasyonla mücadelenin gerektirdiği faiz artışını politika faizi ile değilse de bankalara verdiği geç likiditenin faizini yükselterek sağladı. Sonuçta adı sanı ne olursa olsun piyasada paranın maliyeti yani faiz yükselmiş oldu. Başvurulmakta çekinilen politika faizi yerine ortalama fonlama maliyeti adı altında bir ölçümle faiz haddinin Merkez Bankası aracılığıyla artırıldığı net biçimde görüldü.

Döviz kurundaki sıçramanın fiyatlar üzerindeki geçişkenliği tamamlandı. Bu süreçte sadece fiyat artışları değil fiyatlama davranışındaki bozulma da enflasyon üzerinde beklenen olumsuz etkiyi yapmış oldu. Tüketici ve tasarruf sahipleri enflasyonla birlikte tüketim-tasarruf kararını verirken faiz ile enflasyonu karşılaştırdıklarında mevduat için daha yüksek faiz hadlerini talep ettiler.

Mali yönetim, piyasayı canlandırmak için faiz dışı fazla koridorundaki boşluğu doğru kullanırken nakit açığı verdi. Hazinenin uzun bir aradan sonra piyasaya net borçlanıcı olarak çıkmaya başladığı bu süreçte faiz haddinin yükselmesi doğal karşılanmalı.

Küresel fonlardaki gelişmeler

FED ve Avrupa Merkez Bankası‘ndan gelen haberler bir taraftan küresel risk iştahını artırırken öte yandan piyasadaki ihtiyaç fazlası fonların çekileceği beklentisini yaratıyor. Gelişmekte olan ülkeler arasında küresel fon akımındaki değişimden en çok BİST (Borsa İstanbul) nasibini alıyor. BİST rekor üzerine rekor kırarken yabancı fonlar döviz kurunda istikrar sağlanmasına da katkıda bulunmuş oluyor.

Bu süreçte yerleşiklerin döviz tevdiat hesaplarında artış dikkat çekiyor. Özel sektörün döviz pozisyonunu kapatmak üzere, gerçek kişilerin ise Dolar’da yeni bir yükseliş beklentisi ile döviz talebinde bulunması piyasada TL’yi bollaştırıyor. TL bollaşırken faizin yükselmesi ilginç. Ama enflasyonla mücadele eden bir ekonomi için böyle bir ortamda faiz haddinin yükselmesi hem yabancı fonlara getiri cazibesi sağlıyor hem de bollaşan likiditenin tüketime yönelmesini önlemiş oluyor.

Faizin düşmesi bankaların lehine

Türkiye’de mevduat ve kredinin yapısı sırasıyla kısa vadeli mevduat ve görece uzun vadeli kredi biçiminde. Yıllardır ilginç biçimde faizin yükselmesinden olağanüstü yarar sağladığı düşünülen mali sistem Türkiye’de çelişik biçimde faizin düşüşünden daha çok yarar sağlıyor olabilir.

Rakamlara bakalım… BDDK verilerine göre Türkiye’de Nisan sonu itibariyle bankacılık sisteminde mevduatın vade dağılımında 1-3 ay vadeli mevduat %52 ile ilk sırada. İkinci sırada, tabloda görüldüğü üzere vadesiz mevduat var.

Kaynak: BDDK (Erişim Tarihi:29.06.2017); (Grafik, yazar tarafından derlenmiştir.)

Mevduat yapısı kısa vadeli olunca görece uzun vadeli kredi yapısı bankacılık sistemini faiz düşüşlerinden zarar değil kâr eder hâle getiriyor. Şöyle ki;

Aynı tarih (Nisan 2017) itibariyle toplam mevduat içinde %75’lik oranda bir yıldan uzun vade taşıyan kredilerle, sadece %4’ü uzun vadeli ibaresi taşıyan mevduat dengesinde faiz oranında bir olası düşüş simülasyonu yapalım.

Türk Bankacılık Sistemi’nde Kayıtlı Kredilerin Vade Yapısı (Milyon TL)

Kısa Vadeli (1 Yıla kadar) Krediler Orta ve Uzun Vadeli Toplam Krediler (1 Yıldan uzun vadeli)  Krediler Toplamı
475.023,49 1.281.978,85 1.857.002,34

Kaynak: BDDK, (Rakamlar tarafımızca konsolide edilmiştir.)

Varsayalım ki geçerli faiz haddi, mevduat için %10, kredi için %12 olsun. Bankalar faiz haddini kredi için %11’e, mevduat için de %9’a indirmiş olsunlar. Sistem içindeki banka yeni mevduatı artık %10 ile değil %9 ile kabul edecek ve yenilemelerde bu oranı %50’den fazla kısa vadeli mevduat için etkin hâle getirebilmiş olacaktır. Yani banka %1’lik faiz maliyeti indiriminden hemen yararlanmaya başlayacaktır.

Öte yandan, kredi verirken %1’lik indirimle %11 oranında bir faiz haddi uygulamaya başlayan aynı banka mevcut kredilerinin vadesi önemli oranda 1 yıl ve üzerinde tarih taşıdığı için kredi tahsilatına %12 faiz haddinden devam edecek, uzunca bir süre %12’den kredi tahsilatı yapıp, indirimden sonra %11’le kredi vermeye başladığı kaynaklarını ise % 9 ile kabul etmiş olacaktır.

Banka açısından daha kârlı olan bu ekonomik iklim doğal olarak tasarruf sahibi açısından ancak %9’un altındaki enflasyon oranlarında avantaj taşır. Reel sektör ise faiz düşüşünden kredi geri ödemesi bitene kadar yararlanamaz. Ancak yeni kullanacağı krediler için anlam taşıyan bir oran indirimi söz konusudur.

Uzun lafın kısası, mevcut vade yapısında ‘faizdeki düşüşü faiz lobisi engelliyor’ söylemi geçerli gözükmüyor.

Ölçü reel faiz olsa bile

Başbakan’ın vurguladığı konu öncelikle reel sektörün fon ihtiyacı olduğuna göre, eleştirilerde ‘enflasyon oranı ile mevduat faizi arasındaki farkın (reel faiz), mevduatla kredi faizi arasındaki farkla karşılaştırılarak üzerine bankaların operasyon maliyetleri eklendiğinde bile aşırı bir karlılık göze çarptığı’nın söz konusu edildiğini varsayalım… Ya da siyasi otoritenin reel faiz terimi ile kredi faizinden enflasyon oranı çıkarıldığı zaman elde edilecek farkı kastettiğini düşünelim. Her iki durumda da bu farkları düzenlemek, bir azami marja tâbi tutmak bugünkü yapısı ile tümden bankacılık faaliyetine ilişkin fazlasıyla yeni bir kurguyu ifade eder.

Kamunun bankalar üzerindeki regülasyon imkanları zaten sermaye yeterlilik rasyosu, işlem maliyetleri, kredi kartlarında uygulanacak azami faiz oranları ve aşağıda anlatacağım rekabeti önleyici şartların düzenlenmesi konularında mevcuttur. Bunun üzerine kredi faizi konusunda reel faiz bazlı muhtemel bir kar marjı düzenlemesi söz konusu olursa (ki böyle bir düzenleme bir banka için adeta narh koyulması anlamına gelir) özel sektörün bankacılık faaliyeti yapması için makul gerekçeler ortadan kalkmış ve mali sektörden çıkışlar/ortaklıklarla sektördeki yabancı sermaye oranı iyiden iyiye teşvik edilmiş olur.

Türkiye’de bankacılık, konulan sermaye ve regülasyon seviyesine oranla yüksek kâr marjı taşıyan sektörlerden biri değil. Mali sektörün popüler kültürde eleştiri konusu olmasının belki de ilk nedeni kriz dönemlerinde büyüyebilmeye devam ediyor olması. Bunun sebebi de sektörün yukarıda anlattığım kredi/mevduat ihtiyaç ve vade dengesizliği ile sermaye yeterlilik rasyoları nedeniyle temkinli davranmaya zorunlu bir sektör olmasıdır.

Bankalararası rekabeti bozucu anlaşmalar mı var?

Yazının başında Başbakan’ın uyarısı yer alıyordu. Kamu gücünün tasarrufu altındaki enstrümanlardan bahsederken hatırıma 2013 yılındaki bir Rekabet Kurulu kararı geldi. Karardan 27.03.2013 tarihli ‘FED’in Kararından Sonra‘ adlı yazımızın son paragrafında bahsetmiş, o yazıyı ‘Ekonomi Günlüğü‘ kitabımıza da (s.256) dâhil etmişiz.

‘Türkiye’de Faaliyet Gösteren On İki Banka Hakkında Yürütülen Soruşturmaya İlişkin 8.3.2013 tarihli Karar’ın alınmasına yol açan soruşturmaya esas teşkil eden şikâyetin başvuru bölümünde ‘re’sen’, ‘ihbar’, ‘gizlilik talebinde bulunan 2 başvuru’ ve ismi ile adresine yer verilmiş bir gerçek kişi yer alıyor. Demek ki, Rekabet Kurumu kendiliğinden faiz haddi ile ilgili olası inceleme-soruşturmaları yapabileceği gibi vatandaşların şikâyetleri ile de böyle bir soruşturma yapıp karara bağlayabilir. Rekabet Kurumu‘nun sitesinde soruşturma sonucunda alınan karar ve safahatı ayrıntısı ile yer alıyor. İsteyenler inceleyebilir.

Bu kararda ciddi para cezaları verilen bankalar arasında 3 devlet bankasının bulunması, faiz oranı ile ilgili şikayetlerin çözüme kavuşturulması için kullanılabilecek yol haritasını da sunmuş oluyor.

Faiz indirimini kamu bankaları başlatsın

Özellikle 2017’de ekonomiyi canlandırmak için yapılan kamu kampanyalarının son derece başarılı olduğunu yukarıda anlatmıştık. Mali sektörde önemli ağırlığa sahip kamu bankaları bugüne dek zor zamanlarda açtıkları pencerelerle krizlerin aşılmasında katkı sağladılar.

Başbakan’ın bankacılık sektörüne yaptığı sert uyarıyı değerlendirirken, kamu bankalarının faiz indirimini doğru tasarlanmış bir kampanyayla başlatmaları hâlinde reel sektörün kredilendirilmesi konusunda bir eşiğin daha aşılacağına inanıyorum. Aksi takdirde, yani kamunun sahip veya hakim ortak olduğu mali aracıları faiz indirimi konusunda birer enstrüman olarak kullanmaması durumunda, bankalarla ve faizle ilgili görüş ve uyarıların samimiyeti ile ilgili kuşkular oluşmaya başlayabilir.