Faiz haddindeki artışın finansman maliyetini etkilediği ortada. Döviz cinsinden borçlanabilen firmalar zaten orta ve büyük ölçekli olanlar. Geçtiğimiz haftalarda yazıldığı gibi büyükler döviz pozisyonlarını da kapatmış görünüyorlar. İthalat alanında ağırlık taşıyan şirket tipleri de döviz borçlanabilen firma boyutları da büyükleri işaret ediyor. Şu durumda döviz konusundaki sorun kümesine asıl dahil olanlar yurtiçinde üretim yapan sanayi kuruluşları ve zincirleme olarak hanehalkını temsil eden yığınlar.
Enflasyon yoluyla hanehalkına transfer edilen maliyet artışı ücretlerde etkisini gösteremiyor. Ücretlere yansıyan enflasyon farkı geçmiş fiyat artışlarına endekslendiği için en az altı aylık bir süre bekleyecek. Yurtiçi satışları ağırlık taşıyan firmalardaki sorunun başında üretici fiyatlarını tüketiciye yansıtmakta zorlanmaları olacak.
Bireylerin alım gücü erozyona uğruyor…
Gıda ve enerjideki fiyat artışları genel tüketim kalıpları üzerinde ağırlık taşıyor. Gelir artışı geçmişe, gider artışı geleceğe göre oluşan bir hanehalkı bütçesi harcamalarını daraltmaktan başka bir çözüme gidemeyecek. Kredi kanallarına erişim bakımından karşısında faiz oranındaki artış var. Dolayısıyla harcamaların mevcut seviyesini koruması mümkün görünmüyor.
Stagflasyon kelimesini hatırlayan var mı?
Resesyon tabiri iki çeyrek üst üste devam eden ekonomik küçülmeyi ifade ediyor. Bugüne kadar büyümedeki yavaşlamayı konuştuk ama diğer olasıklıkları da tartışmak mümkün. Ekonomideki daralma genellikle fiyat seviyesinde de gerilemeye sebep olur. Eğer enflasyonla birlikte durgunluk-işsizlik döngüsüne girilirse adına stagflasyon denen bir süreç gündeme gelebilir.
İyimser tahminler bile potansiyelin gerisinde…
Düşük büyüme ile resesyon arasında bir tahmin yapılacaksa Türkiye ekonomisinin düşük büyüme rayında ilerleyeceğini öngörmek gerekiyor. Çünkü geçen yıl düşük bazlı bir büyüme performansı görüldü. Ölçümler düşük büyümeye göre yapılacak.
Türkiye ekonomisinin potansiyel büyüme hızının %4,5 civarında olduğu hesaplanıyor. Son yıllarda potansiyelin gerisindeki büyüme hızlarını kabullenen bir kamuoyu oluşmuştu. Ekonomi yönetimi de iş dünyası da geçici bir süre fedakarlıkların gerekliliğini benimsemişti. 2014 yılı ekonomisi potansiyeli büyümenin %4,5’un gerisinde mevzilendiğini düşündürüyor. Anlaşıldığı kadarıyla Türkiye ekonomisinin kaynak sorununa verimlilik problemi de eklenmeye başladı.
Bir sıçrama için sadece para akışı yetmeyebilir…
Ekonomide zor zamanların geride kalması için bazen sadece fon transferi yeterli olmaz. Avrupa Merkez Bankası bir faiz artışı konusunda ayak direse de ekonomik çevrim hızlandıkça Euro’nun değerini koruma refleksi geliştirmesi kaçınılmaz olacaktır. Şimdilik ABD pazarına karşı bir dış ticaret rekabeti sağlamak için sürdürülen düşük faiz politikası kalıcı olmayacak. Son tahlilde Dünya ekonomisindeki büyüme, Türkiye’de reel sektörü pozitif, dışarıdaki faiz artışları nedeniyle fon akışını negatif etkilemeye başlayacaktır.
Hareketsiz kalmanın en ağır maliyeti işsizlik olabilir…
Durgun ekonomi koşullarında fiyat artışları hem firmaları ve hem de aile bütçelerini zorlayacak. Fakat yerinde bile saysa hayatta kalma becerisini gösteren işletmelerin yeni istihdam sağlaması mümkün görünmüyor.