Son yazısında (Manisa Haber Gazetesi, 12 Ağustos 2009, “Ekonomi ve Dış Politika“) İktisadi Vizyon köşesine bir soru sorarak pas atan -krizin ortaya çıkardığı cevval köşe yazarı- Sayın İdris Şendil’in pasını göğsümüzde yumuşatalım. Sayın Şendil şirket bilançoları zarar görünürken, borsa endeksinin nasıl olup da yükseldiğini; insanların zarar eden şirketlere niçin ortak olmak isteyebileceklerini açıklamamı rica etmiş. Elimizdeki verilere ve ekonominin gerçeklerine göre bu konuyu analiz edelim. Bu arada şu gerçeği hiçbir zaman aklımızdan çıkartmayalım: Ekonomik gidişata ilişkin veriler ne kadar somut ve güvenilir olursa olsun söz konusu veriler üzerinden yapılan hemen her analiz belirli ölçüde sübjektif olmaktan kurtulamaz. Bir analizi değerli kılan yaslandığı veriler kadar analiz sahibinin vizyonu ve önceki tahminlerinin tutarlılığıdır.
Aslında sorunun yanıtı çok net: Şirketler zarar açıkladı ama borsa endeksi yükseldi, çünkü, “borsada hayaller satın alınır (bu sırada borsa yükselir), gerçekler satılır (bu sırada borsa düşer)”. Aynen bugünlerde olduğu gibi…
Şirketler zarar ederken, bugün gözlemlenen ekonomik atmosferden daha pozitif bir gelecek beklentisinin oluştuğu durumlarda, borsa endeksinin yükselmesine şaşırmamak gerekir. Nitekim borsa Temmuz ayında yatırım araçları arasında en karlı araç unvanına sahipti. Fakat hafta başından itibaren endeks gevşemeye, döviz kuru ise hareketlenmeye başladı.
Şimdi bunun nedenini açıklayalım.
Mali Piyasaların Çalışma Mantığı
Mali piyasalar, para ve sermaye piyasaları olmak üzere iki başlık altında toplanır. Para piyasalarında kısa vadeli, sermaye piyasalarında ise uzun vadeli fon arz ve talebi karşılaşır. Hisse senetleri piyasası da sermaye piyasalarına dahildir. Borsaya kote olan firmalar, birincil piyasa olarak adlandırılan, kağıtların (hisse senedi ve tahviller gibi) ilk kez piyasaya sunulması sırasında nakit girişi elde eder. Kağıtlar bir kez ihraç edildikten sonra elden ele dolaşması sırasındaysa (ikincil piyasalar) yatırımcılar farklı beklentilerle hareket eder. Özetle: Borsada kağıtları işlem gören bir şirket açısından kağıtların ilk kez arz edilmesinden sonra bu kağıtlar üzerinden yapılan işlemlerin artık şirkete doğrudan bir nakit katkısı yoktur.
Peki nasıl oluyor da bir şirketin mali tablosu kötüyken borsada işlem gören kağıtları değer kazanabiliyor?
Borsanın durgun olduğu bir anda (fiyat/kazanç oranı düştüğünde) hiçbir firma yeni kağıt ihraç etmek istemez. Ama asıl borsanın dibe vurduğu dönemlerde kağıt satın almak isteyenler artabilir. Çünkü borsadaki durgunluk, aynı zamanda bir yatırım fırsatı doğurmuştur. Bir sonraki adımda, eldeki hisse senedi stoku sabit olduğu için borsa hareketlenebilir. Bu durum kağıtların değerini artırır ama yukarıda da ifade ettiğimiz üzere hisse senetleri zaten önceden elden çıkmış olduğundan firmaların işletme sermayesine katkı sağlamaz. Firmalar böyle dönemlerde zarar açıklasalar da -genel ekonomik konjonktürden etkilenerek zarar etmiş bile olsalar- kağıtları tam da şu sıralar yaşandığı gibi yatırımcılar için cazip hale gelir.
Şirketlerin zararlarını açıklaması en az üç bazen altı ay ya da daha uzun bir geçmiş dönemi yansıtır. Halbuki bu esnada genel ekonomik konjonktür pozitife dönmüş olabilir.
Bir de Türkiye gerçeği var tabii…
Uluslararası yatırımcılar için gelişmekte olan ülkelerin inişli çıkışlı büyüme hızları söz konusu ülkenin risk primini artırır. Gelişmekte olan ülkeye gelen bir dış yatırımcı, gelişmiş piyasalara göre her halükarda daha yüksek faiz geliri elde eder. Faiz göreli olarak düşerse, şimdi bizde yaşandığı gibi dövizini satar, borsa aşağıdayken borsaya girer. Kısaca dövizi düşürüp borsayı yükseltir. Borsada kar realizasyonu başlamadan yani küçük yatırımcı borsada kağıt almaya devam ettiği için fiyat yükselirken, dış yatırımcı borsadan çıkıp dövize dönmeye başlar. O sırada döviz değeri dış yatırımcı dışarıdan parayı getirirkenki seviyeden daha aşağıda olduğu için, o ülkesine daha çok dövizle döner. Bu arada yerel borsa da düşmeye başlar.
Son çeyrek için umutlar yeşeriyor
Ekonominin ilk çeyreğinde ciddi bir küçülme oranı görülünce ve bundan daha kötüsünün olmayacağı tahmin edilirken, şu anda içinde bulunduğumuz üçüncü çeyrek ve 2009 yılının son çeyreği için umutlar yeşermeye başladı. Hatta yabancı basında bu hareket “filizlenme” olarak adlandırıldı. Bu arada bizde kapasite kullanımı endeksi kriz için doğal sınırına, imalat sanayi endeksi ise makul bir seviyeye ulaştı. Türkçesi, Türkiye ekonomisi elbette ikinci çeyrekte de küçülecek ama son çeyrek için pozitif bir beklenti oluşturacak seviyededir. Bundan sonrası için artık çıkış değil ama suların durulduğu aşamalara geçmek beklenmelidir.
Türkiye ekonomisinin önümüzdeki iki yıllık görünümü artık %6-7’lik oranlarda değil, sürdürülebilir %3-4 oranlarında büyüyen bir ekonomi olacak gibi. 2010 belki hızlı bir çıkışı işaret edebilir ama akıldan çıkartılmamalıdır ki bunun pek çok nedeninden en önemlisi kıyaslamanın küçülmenin keskin biçimde yaşandığı 2009’a göre yapılmasıdır.
İhracatta ve sanayi üretimindeki pozitif beklentileri, dış piyasalardaki perakende pazarlarının hareketlenmesi ile açıklamak gerekir. Zira ne döviz seviyesi ne de dış piyasalardaki geçmişe yönelik büyüme hızı ihracatın artışı için yeterli verileri oluşturacak seviyede değildir.
Çok pratik,açıklayıcı ,aydınlatıcı ve öğretici bir yazı..devamını diliyorum..
uğur bey’e teşekkür .
Hocam;
Görüşlerinize katılmamak mümkün değil. Ancak, ekonomi konusundaki diğer yazıları okuduğumda bazen anlaşılır olmadıklarını görüyorum.
ekonomiyi bu kadar basite indirgemeniz hoş ve yazılarınızın ,gözlemleyebildiğim kadarıyla,belli bir ağırlığı yani anlatım tarzı var…sizi tebrik ediyor,başarılarınızın ve yazılarınızın devamını bekliyorum…
Sayın Şendil pası vermiş,Sayın Dündar golü atmış.tebrikler.devamını diliyoruz.
iki pasta kolay kolay gol olmaz ebru hanım. lütfen yazının tamamını okuyunuz. arada fauller, çalımlar, savunma taktikleri de var.
saygılar.
Sevgili Uğur,
Yazılarını ilgi ile takip ediyorum. Ülke ekonomisi için çok önemli konulara değiniyorsun. Yazında bahsettiğin gibi son çeyrekte umutlar yeşeriyor. Ancak önemli bir risk ülkeleri tehdit ediyor: Bütçe açıkları, bütçe açıklarının nasıl finanse edildiği/edileceği ve sonuç olarak enflasyon riski. Bütçe açıkları ve enflasyon riski kriz sonrası dönemde ülkelerin başını ağrıtacak ve ülkeleri en çok uğraştıracak bir konu olarak karşımıza çıkıyor.