‘Düşük faiz’ vatandaşa yansıyacak mı?

Faiz haddindeki düşüş eğilimi, TL’nin değerlenmesi ile güçleniyor. Reel Kur’un artmış olması, TL’nin yabancı paralar karşısında daha da değerli hale gelmesi demek. Halkın söylemindeki haliyle,  dövizin artmaması demek. Sanayi üretimindeki kayıplarla birlikte faizdeki trendin güçleneceği düşünülebilir. Gündelik etkileşimlerin dışında, faiz, bir faktör geliri olarak ekonomi için önemli bir gösterge. Faktör gelirleri arasındaki denge kalıcı olarak değiştiğinde ekonominin genelinde bir yapı değişikliğinin başladığını düşünebiliriz. Bu yönüyle bakıldığında, faizdeki değişim, yeni bir gelir dağılımı konsepti anlamı taşıyor.

Faktör gelirleri arasında geçişler…

Faiz oranları düştüğünde, diğer iktisadi unsurların, yani girişim, toprak ve emeğin paylarında göreli fiyat artışları görülmesi olasıdır. Girişimci daha çok kar, toprak ve gayrimenkul sahibi kira-rant ve çalışan daha çok ücret alma eğilimi taşıyabilir. Çünkü faiz gelirinden yeterli getiriyi elde edemeyen sermaye sahibi, sermayesini diğer iktisadi unsurlara yöneltebilir. Teorik olarak mümkün olan yeni dengenin realitede neye tekabül ettiğini ayrıca incelemek gerekir.

Türkiye ekonomisi sözkonusu olduğunda faizden çözülen tasarruflar öncelikle ranta dönüşme eğilimindedir. Gayrimenkul piyasasında hareketlenme görülmesi öncelikle bu sebeptendir. Konut fiyat endeksi, kira artışları gibi rüzgarlar faizdeki çözülmenin sonuçlarıdır. Mali piyasalardaki faiz etkisini ikiye ayıralım. Çünkü hem kamu hem de özel kesim kesimin borçlanma araçlarının getirileri faiz cinsinden ifade ediyoruz. Fakat hisse senetlerinde getiriler kar payı ve değer artışı şeklinde görülüyor. Dolayısıyla faiz haddinin düşmesi borç verenler açısından değil ama, borçlananlar bakımından ciddi avantajlar doğurabilir. Özellikle devlet açısından. Borçlanma tutarı büyüdükçe kamu kesiminin faizlerin düşmesinden elde edeceği fayda da artmış olur.

Kredi koşulları değişecek…

Bankalar faiz haddindeki düşüşleri elbette kredilere yansıtıyorlar. Bu süreç devam da edebilir. Öte yandan, kredilerin,  kredi artış hızını dengelemek isteyen bir Merkez Bankası’nın, koşulları sıklıkla gözden geçiren bir BDDK’nın gözetimi altında olduğunu unutmayalım. Bu nedenle, faizdeki gevşemenin bire bir aynı ölçekte kredi koşullarına yansıyacağını düşünmüyorum. Bir istisna ile, devletin finansman kolaylığı sağlamak istediği kesimlere yönelik faiz farkını sübvanse ettiği modeller hariç. Yani, sıklıkla finansal destek arayışı içerisinde olan esnaf-sanatkar ve tarım kesimine yönelik faiz indirimlerinin genişleyeceğini bekleyebiliriz.

Kredi artışının özellikle gayrimenkul piyasasını etkilemesi ilk akla gelen seçenek olmalı. Tüketici kredilerinde önemli bir artış eğilimi sürpriz değeri taşır.

Sermaye piyasasının yeni araçlar üretmesi gerekiyor…

2008 krizini tetikleyen türev araçlar gayrimenkul kredileri üzerine inşa edilmişti. Özellikle ABD’de, kredileri veren bankalar, onların hisselerini satın alan yatırımcılar, kredileri sigortalayan sigorta şirketleri ve onların hisseleri, bir koyundan beş post çıkarma politikasının kurbanı oldular. ‘Türev ürünler’ dediğimiz, kontratların alınıp satıldığı pazarlar, istismar edildikleri için krizin tetikleyicileri oldular.

Bugün Türkiye ekonomisinin, halihazırda kullanılmayan türev ürünleri gündeme getirmesi gerekiyor. Bu kadar yüksek volümlü sermaye girişini ekonomiye yük olmadan döndürebilmek için yeni araçlar üretilmek zorunda. Bir farkla; Krizden ders çıkarmış ve türev ürünlerin mali yeterliliğini kontrol altına almış olarak. Yeni araçlar ve aracılar, Türkiye’de şişen mali piyasaları bir yükümlülük odağı olmaktan çıkarıp, riskin dağıtıldığı ve Türkiye’nin geleceğine yatırım yapılan bir pazar olmaya aday hale getirebilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir