Döviz kontrol altında mı olmalı?
Moody’s, not artırımında bulunmayacağını açıklarken, gerekçesinde cari açığın seviyesine yer verdi. Aslında yerinde bir hatırlatma. Türkiye’de hızla azalmış olan cari açığın milli gelirin %6’sına tekabül eden noktaya kadar gerilemeksizin risk olmaktan çıkmayacağını kabul etmek gerekir. Finansal kaynak bulunmuş olması dış ticaret açığının sona erdiği anlamına gelmiyor. Kaynak bulunamamış olunsa zaten ithalat yapılamazdı. Sadece, kaynağın üretimden gelen bir fon aktarımı olmadığı gerçeğini kabulleneceğiz. Dışarıya sattığımızın üzerinde mal ve hizmet ithal ettiğimiz gerçeğini bir yapısal dönüşümün çekirdeğine yerleştirmek durumundayız.
Faizdeki indirimin ardından döviz kuru ile ilgili gelişmeler izleniyor. Belli ki döviz girişi ile cari açığın dengelendiği varsayımı ihtiyatla karşılanıyor. Yıllardır ‘dalgalı kur’ adı altında dövizin serbest, faiz haddinin bağımlı değişken olduğu bir ekonomik ortamda yaşıyoruz. Teorik olarak ikisini birden kontrol etmenin gerçekçi olmadığını da biliyoruz. 2001 krizi öncesinde izlenen ‘kur çıpası’nın başarısızlığı da sadece bize değil, cümle aleme ders niteliğindeydi.
Sözü bu noktaya getirmek istiyorum. Faiz indirimi kararının içerisine döviz değeri ile ilgili koşul konması, aslında bir tür döviz çıpası olmuyor mu? Bence oluyor. Peki, bunun ne sakıncası var? Anlatmaya çalışalım.
Faiz haddi idari kararlara bağlıyken dövize de üst bir hedef verdiğiniz diyelim. Sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir piyasa olarak bu sınırın zorlanması mukadderdir. Bu defa döviz değeri belirlenen sınırı aşmaya başladıkça rezerv eritmek zorunda kalınır ( tıpkı geçen yılın son günlerinde olduğu gibi). İşin kötüsü, rezerv kullanımı genelde yeni bir üst sınırı kabul veya döviz kurunu müdahale öncesi seviyede tutmaya yarar. Bugünkü Türkiye ekonomisi için değilse de, bazen ipin ucu kaçıp ‘currency attack’ denilen olgu hayat bulur.
Diğer alternatif, döviz değerine alt sınır konulması. Yani, ‘faiz haddi bu seviyedeyken kur düzeyi belirlenen sınırın altına düşmeyecektir’ iradesinin beyan edilmesi. Bu durumda da dövizin rekabetçi bir seviyede bulunmayacağı kesinleşmiş olacaktır. Cari denge için kat edilen yol boşuna gidilmiş olur. Açık artarken, sert bir değer kaybının zemini hazırlanır.
‘İkisi bir arada’ diye bir olasılık mevcut değil…
Kurda örtülü bir çıpa uygulanacaksa faiz haddinin yönetilmesi, faiz tümüyle piyasa koşullarına bırakıldığında dövizdeki dalgalı kur uygulamasının sürdürülmesi yukarıdaki nedenlerle uygun değil. Bugünkü iktisat politikası dalgalı kurun altını kalın çizgilerle çizdiğine göre, hala döviz kurunun yönü ve seviyesi hakkında spesifik tercih belirtmek teknik anlamda yanlışlıkları içeriyor.
TL’nin değerli olduğu konusunda bir başka realitenin de hatırlatılması gerekebilir. Türkiye bunun da tecrübesini yaşadı zira. Türkiye’nin uluslararası ticaret yaptığı ülkelerle arasında ciddi bir enflasyon oranı farkı var. Döviz kuru nominal olarak sabit kaldığında dahi, TL, sözkonusu ülke paralarına karşı her yılki enflasyon farkı kadar değerlenmiş oluyor.
Döviz kuru kontrol altında tutulmak isteniyorsa, en azından öncelikle enflasyon farkı kadar devalüe edilmesinin önü açılmalı. Verimlilik ve finansal hareketlerden kaynaklanan diğer değer hareketleri fiyat seviyelerindeki farklar giderildikten sonra daha doğru değerlendirilebilir.