Dış ticaret açığı daralırken

2012 yılının ilk altı ayında oluşan dış ticaret tablosu, Haziran rakamlarıyla birlikte ortaya çıkmış oldu. Analiz imkanı kazanıp, trend diyebileceğimiz kimliğe kavuştu. Hem ihracat ve ithalatın seyri bakımından, hem de ekonominin geneli için… Çünkü, aylık gelişmeler bir eğilimin ortaya çıkması, yorumlanması için yeterli olmayabiliyor.

Dış ticaret açığı azalıyor. İhracat artıyor, ithalat düşüyor. Mevsim etkisinden arındırılmış rakamlar da aynı gelişmeyi doğruluyor. Peki, nasıl? Uluslararası anlamda üç senaryonun lehte gelişmesi sayesinde…

Petrol fiyatları…

Türkiye’de enerji ithalatının dış ticaret açığı üzerindeki etkisi malum. Petrol fiyatları artarsa, Türkiye’nin dış ticaret açığında artış, azalırsa da yine paralel bir düşüş görülüyor. Türkiye ekonomisinin büyüklüğüne oranla ürettiği petrol devede kulak kaldığından, maalesef realite bu. Bugünkü avantajın yarın dezavantaja dönüşebileceğini gözden kaçırmamak gerekiyor. Yoksa, ithalattaki örneğin %5-%10 aralığındaki azalmayla dış ticaret açığının %20 azalması mümkün olamazdı.

Doğalgaz ve doğalgaza bağlı elektrik tüketimi – ki doğalgazdan sağlanan elektriğin sanayide kullanıldığını unutmayalım- artı petroldeki dışa bağımlılık, ancak ısrarlı politikalarla, araştırmalarla çözülebilecek sorunlar. Sağlanan fiyat ve az sonra değinebileceğimiz kur avantajının sonsuza kadar devam edeceğini sanmak tabii ki doğru değil. Mesela, İran’la ABD arasındaki gerginlik farklı bir boyut kazansaydı –oldukça yüksek bir ihtimaldi-, bugünkünün tam tersi bir petrol fiyatı seyri görülebilirdi.

Döviz Kuru…

Döviz kurunda geçtiğimiz yılın bugünkü dönemine göre görülen düzeltmeyi ihmal etmeyelim. Özellikle 2011 yılının sonu ile 2012’nin ilk günlerindeki atakları, Merkez Bankası’nın ciddi döviz satışı ile önleyebildiği yazılmıştı. Merkez Bankası’nın o günlerde piyasalara sattığı milyarlarca dolar karşılığı dövize oranla kurun seviyesinin ancak belirli bir düzeyde tutulabildiğini hatırlıyoruz. O günkü rezerv kaybını da… Bu gelişmelerin mazisi, açıklanan dış ticaret rakamlarının hemen altı ile sekiz ay öncesindeki tarihlere raslıyor. Dış ticaret açığındaki azalmanın hesabını yaparken maliyetleri gözden kaçırmayalım.

İç talep canlı değil…

Türkiye ekonomisi küçülmüyor. Devam eden büyüme, hız kaybediyor. Bugüne dek, dış ticaret açığını ancak ve ancak küçülme pahasına azaltabilen bir ekonomi olarak Türkiye’nin iç talepte canlı bir performans sergilediğini söyleyemeyiz. İç talebin canlılığını yitirmesinin, Türkiye ekonomisi açısından daha az ithalat yapılması anlamına geldiği ortada. Bu defa, yatırım malları ithalatında da bir seviye kaybı var ki, geleceği ilişkin beklentilerin resesyon değilse bile düşük büyüme çizgisine kaydığını ispatladığını daha önce de aktarmıştık.

Petrole bağımlı ekonomi, Türkiye’yi Ortadoğu siyasetinin içine çekiyor…

Ekonominin toplam büyüklüğü, Türkiye’yi petrol arzının güvenliği ve petrol fiyatları üzerinde söz sahibi bir siyasetin içinde olmaya zorlayacaktır. Türkiye ekonomisini analiz eden uzmanların bu gerçekliği kavradığı görülebiliyor. Ortadoğu’da Türkiye’ye biçilen rolün ağırlığını artırması için yapılan telkinlerin yanına doğalgaza bağımlılık da eklendiğinde, zor yönetilen bir sürecin içine girildiği anlaşılıyor.

Türkiye’nin güneyinde ve Asya’da petrol ve doğalgazını kendisi üretip ihrac ederek adeta nakit basan, dış fazla veren ülkeler; Batı’sında, tüketim malları üretip (genellikle) Asya’ya satan, mevcut yaşam tarzını devam ettirmek için petrol ve doğalgaza ihtiyacı devam eden ekonomiler var.

Bugüne dek Batı ekonomileri lehine gelişen dış ticaret üstünlüğünden sağlanan gelir fazlası, servete dönüşerek mali piyasalara aktarılmıştı. Finansal sistemde oluşan fiktif şişkinlik ekonomik kriz aracılığıyla bünyeden atılınca şimdilerde oyun yeniden kurulmaya çalışılıyor.

Türkiye ekonomisi, Dünya’nın iki kutbu arasındaki adeta trampa ekonomisinin geçiş güzergahında olmakla sağlayacağı katma değeri, büyümek için ihtiyaç duyduğu finansmana eşitlemek zorunda.