Seçim öncesi ekonomik tablo seçim sonuçları üzerinde daima etkili olmuştur. Son genel seçim 2011 yazında yapılmıştı. 2011 yıl sonundan itibaren, sermaye hareketleri Türkiye ekonomisi üzerindeki gücünü hissettirdi. Özellikle döviz üzerindeki baskı ve Avrupa ekonomisindeki sorunlar, finansal ve reel akımların belirleyicisi oldu. Hızlı büyüme dönemlerinin sona erdiği, orta gelir tuzağı teorisinin gündeme getirildiği bir periyodun başladığı anlaşıldı.
Son genel seçimden sonra ortaya çıkan ekonomik tablonun bir panoraması için özel sektörün ve tüketicinin düşük büyümeye uyumundan söz etmek gerekir. Geriye bakıldığında devletin özel sektöre göre daha yüksek bir oryantasyona sahip olduğunu gördük. Ekonomideki gerilemeyi teşhis ederken ve telafi edici harcamalara ağırlık verme konusunda gerçekçi bir ekonomi politikasının izlerini gördük.
Denk bütçenin maliyeti…
Bu süreçte kamunun bütçe dengesinden taviz verme niyetinde olmadığı iyiden iyiye anlaşıldı. Yararlarının yanısıra sakıncaları da bulunduğu tartışılmayacak bu politikanın komplikasyonlarından biri özel sektörün yatırım ve tasarruf düzeyindeki kayıplar oldu. Gelirdeki azalmaya karşın vergi hasılatından taviz verilmeyince özel sektör borç yükü artmaya başladı.
Son üç yılın döviz ataklarına bakıldığında, 2011’in son günlerinde, 2013 yaz aylarında ve aynı yılın Aralık ayında kayda değer hareketler görmüş oluyoruz. İlki hariç, siyasi-toplumsal hareketlerle eşgüdümlü kur hareketlerinin stabilite kazanmasında kullanılan enstrümanların başında Merkez Bankası rezervleri geldi.
“Şapkadan tavşan çıkarma” politikasının sonu…
Para politikası bir ekonomide etkinliğini artırdıkça, faiz ve kurun gündemin baş sıralarında yer tutması kaçınılmaz. Bahsedilen son 3 yılın 2,5 yılında Erdem Başçı yönetimindeki Merkez’in çeşitli politika alternatiflerini denediği görüldü. Faiz koridoru bunların başında geliyor. Siyasi otorite ile para otoritesi arasındaki sınırın belirsizleştiği ortamlar için politika faizini sembolik hale getirmek bir finansal inovasyon bile sayılabilir. Zaman zaman karşılık oranlarını, bazen de doğrudan faiz koridorunun alt ve üst sınırlarını düzenleyelerek, uzmanların dışında pek az piyasa aktörünün anlamakta zorlanacağı bir para politikası izlendi.
Hızlı büyüme koşulları henüz oluşmadı…
Seçim sath-ı mailine girildiğinde başat ekonomik faktör büyümedir. Dünya ekonomisinin bir parçası olarak Türkiye ekonomisi için ortalamanın üzerinde büyüme şartları henüz mevcut değildir.
Enflasyon…
Tüm bu dikkat ve titizliğe karşın zaman içinde anlaşılan şu ki; Enflasyon hedeflemesi rejimi siyasi otoriteleri tek başına tatmin etmeye yetmiyor. Önümüzdeki dönemde ya bu para rejiminden vazgeçilecek veya Merkez Bankası’nın mevcut yapısından.
Geriye dönük bir bakış açısıyla enflasyon hedeflerinin yakalanabildiğini göremiyoruz. Bu başarısızlığın arkasında özellikle işlenmemiş gıda ve petrol fiyatlarının olduğunu ayrıca kurun yükselişinden kaynaklanan fiyat geçişlerinin bulunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Yönetilen fiyatlar adı verilen ve fiyatları siyasi otorite tarafından tespit edilen ürünlerdeki fiyat artışları da enflasyonu etkilemiştir. Son dönemde, elektrik, doğalgaz ve özel tüketim vergisine tabi ürünlerdeki fiyat istikrarı seçim sonrasında bozulabilecektir.
Dünya Kupası…
Dünya Kupası eleme gruplarındaki maçlar sona erdi. İspanya, İtalya, İngiltere, Rusya gibi futbol endüstrisini sırtlayan ülkeler elendi. Orta Amerika ve Afrika coğrafyasında ise sürpriz takımlar yollarına devam ediyor. Nijerya ve Kosta Rika gibi sürprizleri unutmayalım. Yayın organlarında görülen “parayla saadet olmuyor” şeklindeki başlıklar dikkatlerden kaçmamıştır. Aksini düşünmek de mümkün aslında. Ulusal takımlarında oynamakla ücretlerinde ve kariyerlerinde yeni bir çıkış yakalamaya ihtiyacı olmayan yıldızların “bitse de gitsek” tadındaki futbolları başarısızlığın temelini oluşturuyor.
Yıldız için endüstri, diğerleri için spor…
Bazen spor programında ilginç yorumlar izliyoruz. “Centilmenlik dışı hareket” ya da “bu davranış sportif tutuma uymuyor” tarzındaki yorumlara gülmekten başka yapacak bir şey yok. Bahisleriyle, astronomik yayın ve transfer ücretleriyle artık spor olamayacak kadar büyük bir endüstrinin hala romantik değerlerle hareket etmesi mi bekleniyor?