Kategori arşivi: Makro Ekonomi

Ba(ğ)zı Milletlerin Zenginliği…

 

Adam Smith’in ‘Milletlerin Zenginliği’ (https://tr.wikipedia.org/wiki/Uluslar%C4%B1n_Zenginli%C4%9Fi) kitabı liberal ekonomi teorisinin önemli referanslarından biri. Hala atıf yapılan bir kült kitap. Çin menşeli otomobillere ek vergi getirilmesinden sonra bir ‘yanlış okuma’ kurbanı vakasıyla daha karşı karşıyayız diye düşündüm.

A.Smith’in mikro ekonomiye ilişkin önermelerinden başka, uluslararası iktisatla ilgili söyledikleri de kıymetli aslında. Uluslararası serbest ticaretteki kısıtlamaların bulunmadığı bir dünyada, ticarete taraf olan tüm milletlerin zenginlikten nasibini alacağını yazıyor. Şahsen katıldığım bu görüş, her ne hikmetse, uluslararası ticaret hadlerinin merkez ekonomiler lehine olmadığı hallerde geçerli kabul edilmiyormuş!  Ba(ğ)zı Milletlerin Zenginliği… yazısına devam et

Akim Bir Teşebbüs Daha: Tobin Vergisi Rafa Kalktı…

Yeni vergi önerilerinin ortaya atılması, ekonomik kriz dönemlerinde sık rastlanan bir olgudur. Türkiye’de son yıllarda en fazla dile getirilen yeni veya ek vergi önerileri gayrimenkulle ilgili olanlardı. ‘Birden fazla konutu olanlardan alınacak ek vergi’, ‘gayrimenkul değer artışından alınacak ek vergi’ vb. Konu mali piyasalardan elde edilen gelirler olduğunda ise KKM’ye tanınan avantajın kaldırılması, mevduattaki stopajın oranı tartışmalarının dışında pek bir hareket görülmedi.

Son öneri, borsada alım-satım üzerinden alınması tasarlanan ‘işlem vergisi’ niteliğinde bir vergileme teşebbüsüydü. Geçmişte gelişmekte olan ülkelerde ‘carry trade’in zararlarını minimize etmek için gündeme gelmişti.

Yanlış hatırlamıyorsam Brezilya’ya yönelik fon akımlarıyla ilgil olarak kullanılmıştı: Çok düşük oranlı, borsadan kazanılan gelir üzerinden değil de yapılan işlem tutarı üzerinden alınan bir vergi türü (https://tr.wikipedia.org/wiki/Tobin_vergisi).

Türkiye’ye yönelik fon akımlarının desteklendiği bir dönemde gündeme getirilmesi ilginç. Türkiye ekonomisinin risk primi henüz GOÜ’lerin ortalamasının üzerinde. CDS alternatif ülkelerle aynı seviyeyi görmeden, yani işler düzelmeden, ancak sembolik bir gelir getirebilecek bir vergi ihdas edilmeli mi, tartışılır (https://tr.investing.com/rates-bonds/turkey-cds-5-year-usd)

Gelir dağılımının bu denli dramatik bir biçimde bozulduğu, kamu açıklarının böyle arttığı bir dönemde, aynı anda sermaye girişine ihtiyaç duyulması, mali piyasalara yönelik vergileme teşebbüslerini akim kılıyor. Carry trade sürecinin içinde “atılan taşın ürkütülen kurbağaya değmemesi” sorunu dikkate değer. Zira, Tobin Vergisi öncelikle gelir amaçlı bir vergi türü değil.

Türkiye’de bu tür teşebbüsler genelde yeni vergi mükellefleri veya yeni vergi ihdası yoluyla değil daha çok -maliyeci tabiriyle- ‘kümesteki kazlara’ yönelik oran artışlarıyla sonlanır.

Olağan şüphe, Gelir ve Kurumlar Vergileri’nde olası bir asgari tutarın, oranın belirlenmesidir. Bir dönem uygulanan ve çok şikayet edilen Hayat Standardı Esası benzeri çalışmalar farklı şekilleriyle gündeme gelebilecektir. Kurumlar Vergisi’nde ise ciro ile matrah arasında kurulabilecek bir oran/orantı hesabı beklenebilir.

Sözün özü: Yapılırsa yanlış olur.

Türkiye ekonomisi ‘taburcu’ olabilecek mi ?

Türkçenin ilginç deyimlerinden biri de “taburcu” olmak. Hastaneden çıkabilecek kadar iyileşebilmiş, tedavisi kısmen veya tamamen tamamlanmış hastalar için kullanılageliyor. Türkiye’de hastaneler ilk defa askerî amaçla kurulduğundan, kelimenin çıkış noktası cihet-i askeriyeden… Hastamız iyileşti; artık revirden çıkıp tabura dönebilecek, görevlerini yerine getirebilecek durumdadır anlamında…

Memleketimizin ekonomisi söz konusu olduğunda “taburcu” olmak, istikrara kavuşmak anlamında düşünülebileceği gibi etrafımızdaki ateş halkasına bakılırsa aynı zamanda “savaşa hazır olmak” manasında da kullanılabilir.

Türkiye ekonomisi ‘taburcu’ olabilecek mi ? yazısına devam et

Küresel Ekonomide Yeni Dönem: Pax’tan Chaos’a…

Filistin’deki sorunların yerel, bölgesel ya da etnik bir çatışma ekseninde değerlendirilemeyeceği, gözlerini gerçeğe yummamış herkes için aşikâr… Yeni bir dünyanın doğum sancıları belli ki sıklaşıyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

Tabloya bakalım:

  1. Başat ekonomilerdeki siyasal radikalizm giderek güçleniyor.
  2. Bölgesel görünümlü çatışmalar askeri harcamaları artırdı, daha da artıracak.
  3. Savunma bütçeleri güçlendikçe bürokrasilerin siyaset üzerindeki hâkimiyeti gelişiyor.
  4. Yeni bir kamu ekonomisi tipi doğdu: Yerleşik nizamlar daha çok kaynağı hem de halkı ikna ederek yutuyor.
  5. Doğu’daki savaş müteşebbisliği, biraz daha devletin hükümranlığına tâbi olduğundan siyasete etkisi sınırlıyken Batı’da savunma tedarikçileri kullandıkları bütçe kaynağı itibariyle birer KİT (kamu iktisadi teşekkülü) hâline gelmiş durumda.
  6. Gelişmekte olan ekonomilerin pek azı çağdaş savaş gereçlerini üretebiliyor. Tüketim malları üretiminde çıkış yolu arayan “yükselen pazarların” yeni sorunu, her çeşit çatışmanın tedarik zincirlerini kırması.

Uzun lafın kısası, uluslararası ekonomik sistemde yeni bir gelir dağılımı oluşuyor. Bu dağılımın birincil özelliği, ulusal ölçekte siyasal radikalizmi ve savunma doktrinlerini öncelemesidir. Küresel Ekonomide Yeni Dönem: Pax’tan Chaos’a… yazısına devam et

Yapay Olmayan Zeka mı var?

Yapay zeka, özellikle Borsa’da uzun yıllardır kullanılıyor. Basitçe ifade etmek gerekirse bu sayede; fon değerleri, önceden belirlenmiş yüzdesel veya tutar limitlerine ulaştığında otomatik al-sat işlemleri yapılıyor. Bu yöntemle sermaye piyasasında hatırı sayılır bir fon, el değiştiriyor.

Türkiye ekonomisini dikkatle izleyenler hatırlayacaklardır; ‘mali kural’ tartışması uzun süre gündemde kalmış sonrasında da vazgeçilmişti. Kabaca kamu kesimine büyüme, borçlanma, parasal genişleme hadlerini birbirine bağlayan oransal bir kural getirilecekti ama uygulamaya konulmadı.

Türkiye’de yenilerde tartışılan ortodoks-heterodoks ekonomi modelleri de yapay zekanın (ortodoks) uygulama sınırları ile ilgiliydi bir bakıma. Bu bağlamda, yapay zekanın bir birikim modeli olduğunu, yaygın uygulama bulmuş görüşlerin ağır bastığı literatür taramasının, anlaşılır bir şekilde topluca derlenmesi anlamına geldiğini ifade edebiliriz.

Bizatihi zeka dediğimiz şey, öyle değil midir zaten?

Veri işleme ağırlığı arttıkça üretimsel orijinalliği her zaman tartışmalı hâle geliyor zekanın. Bu bakımdan yapay zeka inovasyonu, kurulu düzeni yenilikten uzak tutmaya yarıyor.

İnsansızlaştırma girişimlerinin tarih boyunca karşılaştığı muhalefete bakılırsa, bugünkü ‘yapay zeka’ uygulamaları oldukça şanslı. ABD’deki senaristlerin grevi hariç, kamuoyuna yansıyan sağlam bir muhalefet hatırlamıyorum. Aslında bu da yapay zekanın ürünü değil mi? Bir tecrübeden yola çıkılarak teknolojinin önünde durmanın, “yönetilemez bir çaba” olduğunu idrak eden toplumsal hafıza, yapay zeka uygulamaları karşısında diren(e)miyor.

Bazı Sorular
Yapay zeka, ekonomik aktivitenin sadece borsadaki kâğıtların bir bölümünde değil, diyelim ki devlet borçlanmasında, merkez bankasının politika faizinin belirlenmesinde, pandemi veya savaş söz konusu olduğunda, bir ekonomik kriz veya özel olarak bölgesel kalkınma konularında ne yapabilirdi?

Rutini yönetirken işleri hızlandıran günümüzün ‘pratik’ iktisadi bireyinin herhangi bir alandaki krizi yönetmedeki beceriksizliğinin, modern insanın kendisini yapay zekaya öykünen bir iktisadi ünite olarak varsaymak zorunda hissetmesinden kaynaklandığını düşünüyorum.

İktisadi düşünceyi homo economicus teziyle hayatın geri kalanından özerkleştirirken, bu hipotezin yayılıp, hayatın tümünü insandan, daha doğrusu beşeri olandan muaf tutmayla sonuçlanması nasıl bir çıktı verecektir?

Yapay zekanın ahlakını değil tekniğini alalım!
Türkiye’deki Batılaşma serüveninin ‘harc-ı âlem’ sloganıdır: ‘Batı’nın ahlakını değil tekniğini alalım’.

Sömürgelerin, “gelişmekte olan” ülkelerin her platformunda dillere pelesenk olmuş bu söz, şimdi yapay zeka karşısında, barışı, esenliği sağlayamayan insanoğluna ‘zekanın yapayını değil yatayını veya dikeyini (gölgesi olanını) alalım’ dedirtmektedir.

Gereğini yapma eğitimini salt rasyonaliteden ve güçten tahsil etmiş bir düşünce biçiminin dünyayı getirdiği nokta ortada duruyor.

‘Tarihin Sonu’ndan ‘Sonun Tarihi’ne…

Pandemi ve doğadaki dengesizlikler , ekonomik değişimlerle bir araya geldiğinde gidişatın anlamlandırılmasında yeni denemeler yapılması gerektiği anlaşılıyor.

Savaşlar , hammaddelerdeki fiyat artış-düşüşleri, rejim bunalımları yaygın haldeyken olanlar arasında bir illiyet bağı – nedensellik- veya benzerlik olduğu şeklindeki yorumlar artıyor.

Fukuyama’nın bu yazının başlığına ilham veren kitabı henüz 1990’ların başında Doğu Bloku’nun yenilgisi tescil edilir edilmez yayınlanmıştı. Liberal demokrasiyi o günkü haliyle ‘insanlığının görüp göreceği en iyi uygarlık modeli budur’ seviyesine çıkaran kitap epey ses getirmişti. Huntington’un ‘Medeniyetler Çatışması’ kitabı 1988 ‘de yayınlandığına göre zorlama bir yorumla ‘medeniyetler çatıştı ve Batı ittifakı ekonomisiyle ve kültürüyle bu çatışmanın galibi oldu’ diyen bir düşünce akımının ortaya çıktığını mı anlamalıydık? ‘Tarihin Sonu’ndan ‘Sonun Tarihi’ne… yazısına devam et

Mahşerin Altıncı Atlısı: Tüke(n)ici

Covid-19 pandemisinde ekonominin durağanlaşmasına engel olmak için piyasaya sürülen alım gücünün 14 Trilyon Dolara ulaştığını okumuştum. Fazlası vardır, eksiği yoktur.

Salgın döneminde piyasaya alım gücü enjekte etmekten başka çare olmadığını düşünen çoğunluğu haklı buluyorum(https://www.iktisadivizyon.com/post-pandemik-iktisat-politikasi/). Pandemi sebebiyle faaliyetten menedilen işletmelerin, bu işletmelerde çalışanların, kapasite kaybı yaşayan pek çok ekonomik unsurun, en başta da tüketicinin satın alma gücünü kamu otoritesi aracılığıyla temin etmesi tek çözümdü, denilebilir.

Leviathan, 2014; Yönetmen Andrey Zvyagintsev

Dünya’da üretim-tüketim döngüsünün aksamaması için atılan pek çok adım, sonuçta ‘karşılıksız para basılması’na dayandı. Emisyonun ‘misyon’u, gemiyi yüzdürmekti, başarıya da ulaştı ama gemi fırtınalı denizlerde suyun üzerinde kalmaya çalışırken, sadece kaptan ve mürettebat değil yolcuların da psikolojisi zorlandı. Kimi sağ salim karaya çıkınca asla doğru yoldan ayrılmayacağına yemin etti ve sözünü tuttu. Kimi de kendini pandemi öncesi ekonomik hovardalığını sürdürmekten alıkoyamadı. Kaptan ve mürettebat gemiyi onarmayı, bakıma almayı hep bir başka bahara erteleyip durdu.

Mahşerin Altıncı Atlısı: Tüke(n)ici yazısına devam et

Yine Bir İkilem: Finansmanın Büyümesi mi? Büyümenin Finansmanı mı?

Yine Bir İkilem: Finansmanın Büyümesi mi? Büyümenin Finansmanı mı?

2020 yılı ekonomik büyümesi %1,8 olarak açıklandı. COVID-19 gölgesindeki bir yıl için sadece büyümek bile olumlu karşılanmalı. Büyüme, içerik ve finansman bakımından değerlendirildiğinde 2021’e ışık tutacak bazı unsurları da içeriyor.

Yine Bir İkilem: Finansmanın Büyümesi mi? Büyümenin Finansmanı mı? yazısına devam et

Temsili demokrasi mi? Temsilcilerin demokrasisi mi?

ABD’de Temsilciler Meclisi’nin baskına uğramasının arkasında Trump’ın olduğu söyleniyor. Popülizmin müesses nizamı işgalinin sembolü haline gelebilecek bu girişimin izinden ABD borsasındaki Gamestop hareketi geldi. Gamestop hareketi bir hissenin düşeceği yönünde pozisyon alan bir yatırım şirketinin karşısına çıkan çok sayıda küçük yatırımcının dijital ortamda birleşerek zarar ettirmesi… İlginç bir başkaldırı örneği…

Siyaset ve ekonomideki bu gelişmelerin doğru okunması büyük önem taşıyor.

Bugün çağdaş Batı uygarlığının şahikası olarak görülen ABD demokrasisinin en övülen yanı, hukuk devleti niteliği; denge ve fren mekanizmasıydı.  Yukarıda bahsettiğim iki başkaldırı örneğinde de sorunun ortak noktası ‘temsil’ olarak görünüyor. Trump tarafından yönlendirilen kalabalık ile Gamestop hareketindeki dijital çoğunluk arasındaki benzerlikler/karşıtlıklar aslında siyasetle ekonominin en büyük ortak böleni veya çarpanı olarak, temsil sisteminin başarısına işaret ediyor.

Benzer hareketlerin sürebileceği yazılıyor. Asıl ilginç olan Reddit platformunda bir araya gelen küçük yatırımcıların gerekçesi: 2008 krizinden sonra fakirleşen milyonlarca insanın aksine servetlerine servet katan yatırım şirketlerine isyan ediyorlar. ABD Borsasını yöneten SEC (Menkul Kıymetler ve Borsa Komisyonu), benzer hareketlerin devam edeceği söylentisi üzerine bazı hisselere ilişkin işlemleri durdurdu. Ekonomide ve siyasette görülen kurumsallaşma seviyesi başlangıçta bir denge-fren mekanizması iken zamanla havuç-sopa sistemine dönüştüğünde artık temsil edilenler temsil edenleri daha çok kontrol etmeye çalışıyor.

Günümüzün teknolojik olanaklarıyla bakıldığında ne 4 yılda bir yapılan seçimlerle siyasi temsil ne de üretim-tüketim döngüsünden bağımsız olarak üretilen satın alma gücüyle iktisadi temsil olması gereken düzeyde. Daha da beteri eksik temsil, zaman içinde siyasi popülizmi besliyor. Temsil edenler temsil ettiklerinden almaları gereken düşünce akımını tersine çevirip seçmene doğru bazen de gayri meşru toplumsal yönelimler zerk edebiliyor.

Her dönem her ülkede yapıla gelen tümevarımcı politikanın kurumlar eskidikçe meşruiyet kazanması, teknolojinin ilerlemesiyle, iletişim kanallarındaki zaman farklarının azalmasıyla anlamını yitirdi. Ekonomide de kurumsal olanın ille de rasyoneli temsil etmediği anlaşılmaya başlandı. Ekonomide üretim-tüketim döngüsünden tasarruf-yatırım döngüsüne doğru esmesi gereken rüzgâr tümüyle yatırımcıdan tüketiciye doğru estiğinde, iktisadi çevrimin irrasyonelitenin burgacına düştüğünü gördük.

ABD’de Kongrenin basılması ve Gamestop olayı, siyaset ve ekonomide temsil, eksik temsil ve yanlış temsil sıralamasını tersine çevirmeye aday hareketlerin örgütlenmeye başladığını gösteriyor. Bu örgütlenmelerin Dünyanın farklı yerlerinde ortaya çıkabilecek benzerlerinin revizyon yerine yıkım biçiminde zuhur etmemesi için temsil sisteminin güncellenmesine ihtiyaç duyuluyor. Ekonomide de siyasette de “daha anlık” etki-tepki yaratabilecek “daha demokratik” mekanizmalara ihtiyaç var.

2020’nin Ardından: Dr. Frankenstein veya Borç Yapılandırmasında İlk Taksit

2020’den akılda kalan başlıkları sıralarsak birinciliği elbette Pandemi alacaktır. Başkanlık seçiminde Trump’ın ikinci defa seçilememiş olması da ikinci büyük olay… Türkiye özelinde depremler, ekonomik dalgalanma ve özellikle döviz kurundaki tırmanış manşetlerden hiç düşmedi. İklim değişiminin yansımaları ise uzayan sonbahar ya da kışın bir türlü gelmemesiyle gündeme yerleşen bir başka konuydu.

Bu olayların ortak noktası, alışılagelen sistemin, moda deyimle ‘müesses nizam’ ile karşıtı arasındaki ilişkinin test edilmesinde frekans aralığının sıklaşmasıydı. Birikmiş toplumsal enerjinin, ekonomik çelişkilerin ve popülist politika unsurlarının harekete geçmesi de 2020’nin suçu olmasa gerek.

Frankenstein Neyi Anlatır?

İngiltere’de 19. Yüzyıl’ın başlarında Mary Shelley tarafından kaleme alınan meşhur romandaki yaratığın değil cüretkâr bilim adamının adıdır Frankenstein. Sonradan başına bela olan yaratık, en çok Dr. Victor Frankenstein’a zarar vermiştir. Müesses nizamı sarsarak Zeus’a karşı gelmenin bedelini ağır ödeyen Prometheus’un öyküsünde olduğu gibi yaratık da birçok acılar çekmiş ve doktorun çevresindeki neredeyse tüm sevdiklerini yok etmiştir.

2020’nin Ardından: Dr. Frankenstein veya Borç Yapılandırmasında İlk Taksit yazısına devam et