Son zamanlarda ülkemizde hızla yayılan ve tedavisi tam olarak bilinmeyen bir hastalık var biliyorsunuz. Hastalığın asıl risk grubu “seçmenler”; hele işsizlik ve durgunluk sebebiyle işleri kesat olanlar arasında bu hastalık çok daha yaygın. Neyse ki siyasiler, bağışıklık sistemleri(!) güçlü olduğu için risk grubuna dahil değiller.
Tabii “Açılım Aşısı” yalnızca tek bir hastalığa karşı bağışık kılmıyor. Hani hepimiz olduk küçükken, bir BCG aşısı vardı, tıpkı onun gibi, çok yönlü, etkili ve kalıcı. Biz önce hastalığa bakalım.
Hastalık üç aşamadan oluşuyor. Önce organizmaya “Ergenekon” adlı henüz tam anlamıyla tanımlanamamış bir virüsle kulak yoluyla bulaşıyor. İkinci aşamada kulaktan doğrudan beyne ulaşan virüs, kuluçka devresini tamamlamak için beynin limbik sistem denilen bölgesine yerleşiyor.
Limbik sistem sadece insanda değil tüm memelilerde mevcut. Hatta beyinin fonksiyonları anlatılırken, “insan beyninin sağ tarafı ile konuşur, sol tarafını sanatsal, sosyal faaliyetlerde kullanır, limbik sistemle de oy kullanır!” şeklinde demokrasi aleyhtarı şakalar mevcuttur…
Üçüncü aşamada ise vücuda epey önce ya da yakın geçmişte girmiş bulunan “Ayışığı, Sarıkız, Kafes vb.” mikroplarla etkileşim sağlamak için, organizmanın Ergenekon virüsü ile söz konusu viral yapılar arasında iletişim kurması, adeta birbirlerini “dinleme”si gerekiyor.
Ve evet, eğer hasta bağışık değilse, “açılım” başlıyor.
Aşı tam da bu aşamada devreye giriyor. Ergenekon virüsü kulaktan girip beyne ulaştığında, aşının sağladığı bağışıklığın etkisi ile beyine yerleşemiyor. Ergenekon’un organizmaya yabancı mı yoksa aşina bir virüs mü olduğuna bakıyor. Aksi halde hasta bilip-bilmeden konuşmaya, sanki her an darbe olabilirmiş(!) gibi kuruntulu olmaya başlıyor. Ömrünce tanık olduğu darbe travmaları aklına gelse de tüm darbelerin öncesinde yaşanan katliam türünden provokasyon ve bunların planlayıcılarını bir türlü hatırlayamıyor.
Literatürde, tedavi edilmediğinde erkeklerde iktidarsızlığa neden olduğuna dair bulgular da mevcut. Bazı hastalarda simetri takıntısına bazılarında ise asimetri sanrısına sebep olduğu da kayda geçilmiş durumda.
Velhasıl, hasta sağduyusunu kaybetmeye başladıkça, günlerini komplo teorilerine ayırıyor. Her olayı siyah-beyaz, her kişiyi sizden-bizden olarak değerlendirmeye başlıyor. Tartışma adabını kaybediyor. Konuşmalarında yerli yersiz “yanlış anlama benim anneannem de namaz kılıyordu”, “büyük babam hafızdı” ya da “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok”, “bunların hepsini keseceksin” cümlelerini kullanıyor.
TBMM’de yapılan “açılım” görüşmelerinde yukarıda sayılan komplikasyonların dışındakiler de görülmedi değil. 1930’ların referanslarıyla bugünkü sorunların çözümünü önerenler (Onur Öymen ve Dersim Örneği), çözüm önereyim derken bölgedeki feodaliteden, toprak mülkiyetinin yapısından, ekonomik sorunlardan hiç bahsetmeksizin çare üretebileceğini sananlar, görüşlerine katılmayanlara hakaret edip, söylenen her şeyi hakaret olarak algılayanlar hep aşı olmayanlar arasından çıkıyor.
Yeni Dönemin İpuçları
Sorun şu ki; ulusal devletin organizasyon şeması, devlet aygıtının çalışma usulü, özellikle güçler ayrılığı mekanizması ile ilgili görüşler siyasal ayrılıklarımızın turnusol kağıdı haline geldi. Bu referansların yetersiz olduğunu düşünenlerle yeterli olduğunu düşünenler arasındaki görüş farklılıkları, her türlü sorunda farklı biçimde kendini gösteriyor. Eski tabirle farklı şekillerde “zuhur ediyor”.
Açılım başlığı altında bir kez daha kendini iyiden iyiye belli eden görüş ayrılıkları, Türk siyasetinde çok partili Kıta Avrupa’sı çizgisinden, iki partili Anglo-Saksondeğer bandına doğru dalgalanan büyük devlet modeline göre bir esneme gösteriyor. Türkiye bölgesinde bir güç merkezi olmaya başladıkça, bir kesimin, sosyo-ekonomik gelişmelere daha hızlı tepki verebilen esnek, daha az otoriter ama daha fazla katılımcı, aşağıdan yukarıya bir yürütme organı arzusu artıyor. Söz konusu görüşlere sahip olanlara genel olarak “Demokrat” adı veriliyor. Bunun karşı cephesinde, Fransız Devrimi’nden bu yana süregelen güçler ayrılığı fikrinin ciddi şekilde uygulandığı, güçlü askeri ve sivil bürokrasi ile merkeziyetçiliğin rol oynadığı, kültürel bir “Türklük” tarifiyle şekillenen, uluslararası politik sınıflandırmada adına “Cumhuriyetçi” denilen siyasi topluluklar bir araya geliyor.
Gerçek şu ki Türkiye’nin bulunduğu bölgedeki mevcut konumu, Türk siyasetinde “katı olan her şeyi buharlaştırarak”, siyaseti sağ-sol-merkez partilere dayalı Kıta Avrupa’sı ekseninden, güçlü birer sağ ve sol partinin değişimli liderliğine dayalı emperyal “bölge devleti” siyasetine kaydırıyor.
Asyatik özellikleri yoğun olan merkeziyetçi unsurlar güçlü devlet rolünü bir aygıt olarak kamu kesiminin gücü ile “düzen” ve “istikrar” olarak tanımlarken, toplumun önemli bir kesimini arkasına alabiliyor. Diğer yandan, ilk modelin eksik kaldığı söylenen yönlerini tamamlamaya yönelik görüşlere sahip demokrat kadroların da arkasında ciddi bir seçmen desteği var.
İşin ekonomik boyutuna eğilirsek…
Uluslararası ekonominin tedarik zinciri içerisinde emek-yoğun üretimin bizden daha Doğuya kayması, Türkiye’deki üretim önceliklerini teknoloji yoğunluklu hale gelmeye zorluyor. Bu tarz bir üretim modelini ise ancak birlikte, barış içinde üretmek mümkün. Yani öngörülebilir, sürdürülebilir, dışa açık bir teşebbüs varlığı, dayanışmacı, sosyal bir devlet ile.
Er ya da geç köşelerinin yontulacağı belli olan marjinal görüşlerin sıkıntısı ise, proje üretmeyen bir siyasi iktisadi modelin içinde kendilerine yer bulamamış olmaları. Barış içinde bir yurtta, feodal ilişkileri sürdüremezsiniz çünkü. Teknoloji kullanımının yaygın olduğu dışa açık bir çehre ile baskıcı bir devlet modelini de uygulayamazsınız.
İpin iki ucunda birbirlerini diğer uca çeken siyaset modeli, vatandaşı kolektif bir obsesyon konseptine sürüklemeye çalışırken, aşısını yaptıran milyonların, ipi ortadan kesip marjinalleri kendi güçleri ile yere yuvarlamasının zamanı geldi de geçiyor.
Türkiye hak ettiği müreffeh yaşam biçimini gerçekleştirmek için de çevre ülkelerin lideri durumuna gelmek için de toptan bir sağduyu aşısına ihtiyaç duyuyor.
İyi bayramlar…
Merhaba Hocam;
Bu hafta da ağzınıza sağlık. Açılım aşımı yaptırmadım yaptırmayacağım da. Bu konu bence son günlerde oldukça üstü örtülmeye başladı. Sizin geçen haftaki televizyon programınızdaki bu konu ile ilgili konuşmalarınıza katılıyorum. Keşke bu aşıyı getirenlerler aşının prospektüsünü tam yayınlayabilse.
Ben de aşı yaptırmayacağım.Çünkü alerjim var.Açılımın zararları ve faydaları tam olarak insanımıza anlatılmadığı sürece bu açılım kısır kalacağı kanaatindeyim.Saygılarımla.İyi bayramlar.
Ülkemiz de bu tip uygulamaların yoğun biçimde uygulandığını hep gördük ve görmeye de devam edeceğiz.Daha önceki yazımda bahsettiğim gibi güçlenme potansiyeli çok olup çarpık yapılaşmadan çıkamayan ülkelerde olası gelen bir uygulamadır.Özellikle her yönden zengin olan ve genç bir nüfusa sahip olan ülkemiz jeopolitik olarak ta çok önemli bir bölgede bulunması bunu ana sebeplerinden birisidir.Bu gün ülkemiz ortadoğuda emperyal bir ülke yolunda ilermede çaba göstermekte ama alt yapının tamamlanmaması nedenyle de karmaşa içinde bulunmaktadır.İleriki dönemlerde yeraltı kaynaklatrı bakımından zengin olan ülmeiz güçlendiği zaman ne kadar kuvvetlibir ülke olacağı korkusuyla içimizde bu tür senaryolara baş vurulmaktadır.Bunun örneklerini zaman içinde çoğukez görmüşüzdür.Şimidide bu açılım nedeniyle bu tür kargaşalara neden olmak istenmektedir.Ülkemiz iki arada bir derede misali ortada kalmış durumdadır.İslam ülkeleri bizim ortadoğuda lider ülke olmamızı isterken (Kaddafi’nin söylediği gibi) diğer ülkerlerde bu durumdan güçlenerek çıkacak bir Türkiye’yi engelleme çabasındadır.Bu durumda ülkemizde çıkacak bir kaos ortamı engelleyenlerin ekmeğine yağ sürecektir.Bu tip karışıklığa meydan vermemek için vatandaşlarımızın sağ duyusuna ihtiyaç vardır.Herkes üzerine düşeni yapacak ve ülkemize zeval vermemek bu tip kirli oyunlara engel olmak için elinden geleni yapacaktır.SELAMLAR.
Tesbitlere katılıyorum,ülke olarak bunların hepsinin üstesinden gelebileceğimize inanıyorum, yeterki biz yaptırmazlar ettirmezler mazeretinin altına sığınmayalım. Tabi kuru kuru biz şöyle milletiz böyle milletiz deyip uyumadan uyutulmadan demokratik hakkarımıza sahip çıkarak tabi kide çalışarak , 80 yıllık gelişmekte olan ülke sınıfını atlıyabiliriz.
Aş-ımı hem yaptırmayacağım ve hem de kaptırmayacağım…
Aş-ı olun dediler… Baktım vücudumun izmir – istanbul – mersin yanı alerjik olarak şişti, belkide başka bölgeleri de şişmeye hazırlanıyor Aş-ı lafını duyunca… Aaa bir baktım biri laf etti ” dersim ” yanım ağrımaya başladı. Yani Aşı olun diyenlere kulak tıkadım ve kendi AŞ-I mı düşünmeye ve onu elde
tutmaya çalışıyorum. Bu aşı tutmaz ama AŞ-I nızı tutmaya ve kaybetmemeye bakınız. Sağlıklı düşünenlere ve sağlıklı nesillere ihtiyacımız var. İthal Aşılara gerek yok. Kendi Aş-ımızı kendimiz üretelim ve o aşıuları vücudumuza zerk edelim. Ne dersiniz ? Haklımıyım…
Zaman ‘a bir sinerji yaratarak bakmaya ne dersiniz.?Hükümranlığı kıt’aları aşan bir İmparatorluğun geçmişinden gelen halkımız, Üst kimlik alt kimlik gibi kavram kargaşalarıyla çözümsüzlüğün içinde neden bırakılsın. Öyleya virüs zaman içinde evreleşmiş bugünkü metabolizmada varlığını göstermekten öte can almaya mı başlamış? Acaba diyorum ecdadımızda bu tip hastalıklara aşılanarak mı çözüm bulmuşlar?Sanmam. Evrensel dialektik, devasa hoşgörü, hazmı kolay politik manevralar aşısızda sorunu çözebilmiş.Ben aşımı yaptırmıycam.Çünkü biliyorum ki; MUHTAÇ OLDUĞUM KUDRET DAMARLARIMDAKİ ASİL KAN DA ZATEN VAR.Saygılarımla.Nuray TUNÇ
merhabalar ben de aşı yaptırmayacağım.aşının çözüm olmadığını biliyorum.Türk insanı bu kadar balık hafızalı olduğu sürece daha çok aşılanır.topyekün silkinmenin üzerimizdeki ölü toprağından kurtulmanın zamanı geldi hatta geçmeye başladı. saygılarımla.İlknur Baytok
Aşımı yaptırmadım. ne olduğunu bilmediğim bir aşıyı da yaptıramam. Bence önce aşını içeriniğini bir açıklasınlar ki herkes seve seve yaptırsın. Yoksa bu iş böyle gitmez. Herkese iyi çalışmalar dilerim.
Hocam yazınız mükemmel.Bu aşıyı açılımı destekleyenler yaptırsın mutlaka.Bizim için Açılımcı siyasetçilerimizin sağlığı daha önemli…Gerisi hikaye…..
saygılarımla
Bilmeden ne aşılar oluyoruz aslında, şöyle çaktırmadan şekerüstü… Nelere alıştık, neleri hoşgörmeye, neleri tartışmaya başladık.