AB Ekonomilerinde Otorite Boşluğu…
Ekonomik kriz baş gösterdiğinden bu yana AB alanındaki 11 hükümet yerini yenilerine bırakmış. Başat ekonomiler arasında lider değiştirmeyen ABD ve Çin’in krize tepki verme süreleri daha etkin ve verimli oldu. Türkiye de yeni hükümetlere karşın yönetim tarzında değişikliğe gitmeyen ülke ekonomilerinden. Ekonomik krizler, liderlere, iktidar partilerine bilinen maliyetini ödetiyor. Ayrıca, bölgede, ülkelerde meydana gelen iktisadi yavaşlama, tarihin tekerrürü ile işsizliği yabancı düşmanlığına dönüştürüyor.
AB ekonomilerinin sorunlara palyatif çözümler getirmeye çalıştığını daha önce bu köşede paylaşmıştık. Türkiye ekonomisini derinden etkileyen bu dalgalanmaların seyri, başta ödemeler dengesi olmak üzere, ekonomik büyüme ve istihdam dengelerini etkiliyor. 2011 yılı son çeyreğinden itibaren daralmaya başlayan marjların, Yunanistan başta olmak üzere borç yapılandırmaları ve piyasaya likidite pompalanması yolu ile ertelendiği periyodun sonuna geldik. Avrupa’daki siyasi atmosfer, Merkel-Sarkozy ekürisinden birini yolcu etti. Yunanistan’da ise hükümet kurulmayınca yeni bir seçimin kapıda olduğu anlaşılıyor.
Türkiye’de dış açığın azalması, bütçe açığını tetikliyor…
Bu tablodan çıkan birkaç sonucun yansımaları Türkiye ekonomisine de sirayet edecek gibi görünüyor. Daha şimdiden döviz kuru yeniden hareketlenmeye başlayıp, ithalatı ve enflasyonu tehdit etmeyi sürdürüyor. Dış açıktaki azalma sevindirici. Dış açığın azalması ile büyümenin tersine ilişkisi bugünkü şartlarda tercih edilir bir pozisyon olabilir. Fakat, Türkiye’nin kendine özgü vergi sisteminde çelişik biçimde dış açık azaldıkça bütçe dengesi bozulabiliyor. İthalden Alınan KDV hasılatı, vergi gelirleri içerisinde önemini korumaya devam ettiği için, kamu bütçesi ile ithalat seviyesi ilişkisini umulmadık biçimde abartılı boyutlara taşıyor.
İşsizlikte Şubat ayı rakamlarına geçmeden önce, Avrupa’daki inişli-çıkışlı senaryonun nasıl seyredeceğini öngörmeye çalışmak gerekecek. Yukarıda belirttiğim gibi, AB ülkelerinde koalisyonlar ve düzenli lider değişiklikleri zaten bir süredir yapısallaşmıştı. Aslında, işler iyi giderken dikkat çekmeyen bu hususlar, kamu giderlerinin genişletilebildiği iktisadi atmosferde sadece su yüzüne çıkmıyordu. Sonuçta, genişlemeci maliye politikasını yönetmek, tek parti iktidarında olduğu kadar koalisyonlarda da zor değil.
Hatta, daha çok sosyal harcamaya dayalı bir kamu yönetimini öngören anlayış, çok partili hükümetler için çimento işlevi bile görmüş olabilir bugüne dek. Bugünün ekonomi politikasının koalisyonlar ve liderler bakımından sorun oluşturan yönü, bütçe kısıtlamalarını onaylamak zorunda olmaları. Sosyal bütçeleri kesintiye uğratmak, sıkı bir maliye politikası uygulamak üzere vergi artışı sağlamak, klasik reçetelerin ilk maddeleri. Ayrıca, Euro’nun liderliğini yürüten Almanya’nın Avrupa Merkez Bankası olanaklarını belirli şartlara bağladığı açık açık yazılıp-çiziliyor.
Yunanistan Euro’dan çıkarsa…
Yunanistan özelinde yaşanan, aslında yalınlıkla ifade edilmekten kaçınılan bir sorun. Para politikasını Almanya’ya, maliye politikasını ülke hükümetlerine bıraktığınızda, hükümetler bol keseden dağıttıkları olanakların bedelini Euro’nun devalüasyonu yoluyla ödetmeyi tercih ediyorlar. Doğal olarak, riski AB ülkelerinin tümüne paylaştıran , getiriyi oya tahvil eden sistemin çökmemesi mümkün değildi. Nitekim, iflas bayrağı çekilince, seçimden çıkan sonuçlardan bir hükümet dahi teşekkül edemiyor.
Sonuçta, Yunanistan’ın önünde iki seçenek var;
Devalüasyon veya işsizlik.
Birincisi Drahmi’ye dönerek, ikincisi Euro’da kalıp istikrar programı sınırları içerisinde kalarak mümkün olabilir. İlki siyaseten sürdürülebilir; Euro’da kalınırsa küçülen bir ekonomiye rıza gösterilir. İkisinin de Türkiye ekonomisine bir yararı olmayacaksa da, Euro’nun değer kaybı sonucunda Avrupa lehine gelişecek dış ticaret avantajının Türkiye ekonomisine getireceği maliyet, Euro’dan çıkan bir Yunanistan’ın kazanacağı rekabetçi ekonomi kimliğine göre daha yüksek olur. Türkiye ekonomisi, çıkarları gereği, Yunanistan’sız bir Euro alanını tercih etmeli gibi görünüyor. Üstelik, peşinden Kıbrıs Rum Kesimi’ni de sürükleme ihtimali de varken…
Euro değer yitirme eğilimi sürdürdükçe, ABD Doları’nın itibar kazandığı, Türkiye’nin ithalatında Dolar’ın payının yüksek olduğu dikkatten kaçmamalı.